5 Haziran 2008 Perşembe

ANNE HAKLARI BİLDİRGESİ





24 EYLÜL 2001, BARCELONA, İSPANYA
1. Annelik hür seçim olmalıdır. Her kadın çocuk sahibi olma, doğum sıklığını saptama ve sahip olmak istediği çocuk sayısını belirleme hakkına sahiptir. Etkili korunma yöntemleri her kadına ulaştırılabilmelidir.
2. Her kadının üreme sağlığı, gebelik, doğum ve yenidoğan bakımı konusunda yeterli eğitim ve bilgi alma hakkı vardır. Sağlık kuruluşları ve uzmanlar, anne ve eşine bu eğitimi vermek, doğum öncesi bakımın bir parçası olarak eşlerin hazırlık kurslarına katılmalarını özendirmek zorundadırlar.
3. Her kadın dünyadaki tüm ülkelerin hükümetleri tarafından doğru yönlendirme ve gereksiz risklerden uzak bir gebelik garantisi verilme hakkına sahiptir. Tüm kadınların gebelikte yeterli sağlık hizmetleri ve koruyucu önlemlerden yararlanma hakkı vardır. Gebelikte sağlık hizmetleri kaliteli ve yeterli kaynağa sahip olmalıdırlar. Obstetrik bakımın sınırı yoktur. Obstetrik bakımın kültür ve inançlara bağlı olarak çeşitlilik gösterdiği akılda tutulmalıdır.
4. Her kadın gebelik ve doğumda uygulanabilecek teknolojik girişimler ve gelişmeler hakkında yeterli bilgi alma ve en güvenli uygun işleme ulaşma hakkına sahiptir. Her kadının uygulanabilir perinatal tanı işlemleri hakkında yeterli bilgi edinme hakkı vardır. Kadın, bu işlemler hakkında karar vermede bağımsız olmalıdır.
5. Her kadın gebelikte yeterli beslenme hakkına sahiptir. Kadının beslenmesi, çocuğunun gelişimi ve kendi sağlığı için gerekli tüm besinleri alabilmesini sağlamalıdır.
6. Çalışan kadınlar gebelik sırasında veya gebelik nedeniyle işten çıkarılmama hakkına sahiptirler. İşinin devamlılığı gebelik nedeniyle ayrı yapılmaksızın her kadına garanti edilmelidir. Annelik hakları, gebelik izinleri ve çalışma düzenine adaptasyonu kapsayacak şekilde, maaş miktarını etkilemeksizin ve iş kaybı olmaksızın, hükümetlerin iş yasaları ile korunmalıdır. Anne çalışma saatleri içinde emzirme hakkına sahiptir.
7. Her kadın gebeliğine gönüllü son verme nedeniyle ayrım, cezalandırma ve sosyal dışlanma ile karşılaşmama hakkına sahiptir.
8. Annelik hakları sosyal yapı ile sınırlandırılamaz. Annelik hakları tek ebeveynli aile ile iki ebeveynli annede aynıdır.
9. Her anne karar verilmesi gerekli durumlarda ve üreme işlemleri sırasında baba ile sorumlulukları paylaşmak hakkına sahiptir. Baba, annenin düşüncelerine saygı duyma sorumluluğunu taşır. Annelik açısından her kadının eşi tarafından zorlanmama hakkı vardır. Üreme ile ilgili kararlar kadın ve erkek tarafından eşitlik ilkesi ve ortak sorumluluk ile alınmalıdır.
10. Her kadın emzirmenin faydaları ve doğumdan hemen sonra emzirmeye başlamanın yararları konusunda bilgilendirilme hakkına sahiptir. Ancak, her kadının sosyal-kültürel önyargı olmaksızın laktasyon biçimine bağımsız karar verme hakkı vardır.
11. Her kadın kendisini ve fetüsü etkileyecek (tanı ve tedavi amaçlı) karar mekanizmasında yer alma hakkına sahiptir. Her karar bağımsız alınmalı ve anne adayı konu hakkında bilgilendirilmiş olmalıdır.
12. Kurumlarda doğum yapan kadınlar kendileri için kültürel önemi olan giyim (kendisinin ve bebeğin), yiyecek, plasentanın akıbeti ve diğer uygulamalar ile konularda karar verme hakkına sahiptirler. Her kadın hastanede kaldığı sürece bebeği ile birlikte olma hakkına sahiptir.
13. İlaç bağımlılığı, AIDS veya diğer medikal veya sosyal problemler nedeniyle toplumdan dışlanabilecek olan gebeler özel sağlık programlarından yararlanma hakkına sahiptirler. Göçmen kadınlar da ülke vatandaşı olan kadınlarla aynı haklara sahiptirler.
14. Her kadının sağlık çalışanlarının samimiyetine inanma ve sağlık çalışanlarından hastanın gizlilik hakkına saygı duymasını beklemeye hakkı vardır.

Kaynak eksikliği, kadınların ve toplumun üreme sağlığını yerine getirmemede sağlık çalışanları olan bizler tarafından bir mazeret olarak kabul edilemez.

JİNEKOLOJİ VE GEBELİKTE ANESTEZİ UYGULAMALARI

Anestezi Doktoru ve Sorumlulukları
Anestezi Doktoru Kimdir?
Pek çok kişi anestezi doktorunun görevinin ameliyat esnasında hastanın uyutulup ameliyat sonunda da uyandırılmaktan ibaret olduğunu düşünmektedir.
Bu yaygın inanışın tersine anestezi doktoru ameliyat esnasında hasta konforunun sağlanması dışında ağrı ve bilinç duyusunu tamamen ortadan kaldırmakla birlikte solunum, kalp hızı, kan basıncı, besin, böbrek gibi kritik yaşam fonksiyonlarını düzenleyen, ameliyat esnasında ve ayılma döneminde ortaya çıkabilecek tıbbi problemlerin tanı ve tedavisini yapan uzman kişidir.
Anestezi Doktorunun Sorumlulukları Nelerdir?
Anestezi uygulanacak hastaları değerlendirmek, konsülte etmek gerekirse tedavi ederek ameliyata hazırlamak
Ameliyat, doğum, girişimsel tanı ve tedavi yöntemleri sırasında anestezi tekniklerini uygulamak, hastaların ağrı duymasını engellemek
Ameliyat süresince hastanın cerrahi sırasında oluşabilecek her türlü yaşamsal fonksiyonları ile ilgili sorunları değerlendirmek, tanı koymak, ilaç ve girişimler ile anında müdahele etmek
Ameliyat sonrasında özellikle ilk 48 saat hastanın tıbbi problemlerini değerlendirmek, tanı koymak ve tedavi etmek....

Anestezi Yöntemleri Nelerdir?
Genel Anestezi
Bilinç ve ağrı duyusunu tamamen ortadan kaldırır. Hasta derin bir uykudaymış gibidir. Bu amaçla genellikle el üstündeki damarlardan ilaç enjeksiyonunu takiben gaz ya da buhar şeklindeki anestezik ajanlarla bir maske ya da solunum yolumuzdaki bir tüp aracılığıyla ameliyat esnasında anestezinin devamlılığı sağlanır.
Rejyonel (Bölgesel) Anestezi (Epidural ve Spinal Anestezi)
Sinirlerin lokal anestezik ilaçlarla anestetize edilmesi ile o sinirin beslediği bölgelerde oluşan tüm vücudu etkilemeyen anestezi yöntemidir.
Spinal sinirler omurilik kanalı içinde bulunan ve vücuda tüm sinirleri yaşıyan ana sinirlerdir. Çeşitli seviyelerde bunlar omurilik kanalından çıkarak vücuda dağılırlar. Bu sinirlerin anestezi “spinal anestezi” veya “epidural anestezi” şeklinde sağlanabilir.
Direkt sinirlerin etrafına yapılan anestezi spinal anestezidir, ancak ilaç tek seferde verilebildiğinden etki süresi kısadır. Jinekolojik ve gebelik anestezisinde zaman zaman uygulansa da genellikle tek başına tercih edilmez ama epidural ve spinal analjezi birlikte kullanılabilir.
Epidural ve spinal anestezi için uygulama belden yapılır. Buraya özel iğnelerle girilerek anestezik madde istenen bölgelere verilir.
Epidural anestezi ise; spinal sinirleri çevreleyen ve “dura” olarak isimlendirilen zarın etrafında bulunan bir boşluk olan “epidural aralığa” uygulanan anestetiklerle spinal sinirlerin anestetize edilmesi ile sağlanan bölgesel anestezi yöntemidir. Bu boşluğa yerleştirilen bir kateter aracılığıyla ilaç dozları tekrarlanabildiğinden daha uzun süreli anestezi sağlanabilir ve hatta operasyon sonrası ağrının giderilmesi için de kullanılabilir.
Epidural anestezi
Ağrısız doğum için
Sezaryen anestezisi olarak
Diğer jinekolojik ameliyatlarda ameliyat sırasında
Operasyon sonrası ağrının giderilmesinde kullanılabilir.

Epidural anestezinin normal doğumda uygulanmasındaki amaç sadece ağrıyı gidermek olduğundan, epidural aralığa sezaryen ameliyatlarına göre daha az dozlarda lokal anestezik ile birlikte güçlü ağrı kesiciler de verilir. Bu sayede motor işlevi sağlayan sinirlerde baskılanma olmayacağından anne adayı ağrı duymadığı halde dokunmaları hissedebilir ve bacaklarını oynatabilir. Lokal anesteziğin miktarı çok düşük tutularak anne adayının normal doğum eylemi sırasında yürüyebilmesi dahi sağlanabilir.
Eğer bu bölgedeki motor işlevi sağlayan sinirler de baskılanırsa motor kayıp da olur ve tam bir anestezi meydana gelir. Bu durumda uygulama yapılan bölgenin altında kalan kısımda his ile birlikte hareket kabiliyeti de ortadan kalkar. Kişi bu durumda geçici süreyle bacaklarını ne hissedebilir ne de oynatabilir. Bu sezaryen ameliyatlarında uygulanan epidural anestezidir.
Epidural Anestezinin Avantajları Nelerdir?
Doğum eylemi ve doğum sırasındaki ağrıların giderilmesinde etkilidir.
Annenin bilinci açık olduğu için sezaryen sırasında da bebek doğar doğmaz bebeğini görebilir, ilk ağlamasını duyabilir.
Uygun zamanda uygulanırsa normal doğumun ilerlemesini hızlandırır.
Epidural Anestezinin Yan Etkileri ve Riskleri Nelerdir?
Epidural anestezide risk sanılanın aksine deneyimli uzmanlar tarafından yapıldığında son derece azdır.
Tansiyonun ani düşmesi, en sık görülen yan etkidir. Bunu önlemek için, işlem öncesi damar yolundan sıvı yüklemesi yapılarak damarların dolması sağlanır. Sıvı yüklenmesinin veya tansiyonun ani düşmesinin riskli olduğu bazı hastalarda bu nedenle tercih edilmez.
Baş ağrıları (bazen görülebilir ve ağrı kesicilere cevap vermeyebilir)
Anestezinin tam olmaması (yetersiz anestezik madde uygulanmasına bağlı)
Kullanılan ilaçlara bağlı allerji ve cilt döküntüleri,
Enfeksiyon
Ikınma hissini ortadan kaldırarak doğum süresinin uzaması, bu nedenle müdaheleli doğum riskinin artması
İşlem sonrası idrar yapmada geçici zorluklar
Çok nadir olarak felç gelişimi gibi problemler sayılabilir.
İşlem deneyimli ellerde uygulandığında, bu tür problemlerin gelişmesi son derecede nadirdir.
Epidural Anestezi (Ağrısız doğum) Kimlere Uygulanmaz?
Kanama bozukluğu olanlarda
Antikoagülan (pıhtılaşmayı önleyici) tedavi alanlarda
Uygulama bölgesinde enfeksiyon-yanık varlığında
Anne adayının uygulamayı reddetmesi durumlarında epidural anestezi uygulanmaz.
Hasta Kontrollü Analjezi
Ameliyat sonrasında ameliyat yerindeki kesiye bağlı olarak bu bölgedeki kaslarda ağrı olur.
Bu durumda ağrının azaltılması ya da giderilmesi; soluk almayı, hareket etmeyi, bağırsak hareketlerini kolaylaştırır, daha erken ayağa kalkmaya yardımcı olur.
Hasta kontrollü ağrı pompası; ağrının hasta tarafından kontrol edilebilmesi için geliştirilmiştir. Ağrı kesici ilaca gereksinim olduğunda pompa hastaya ihtiyacı olan ve doktor tarafından daha önceden ayarlanmış dozlarda ilacı hastanın düğmeye basmasıyla verir. Sistem damar yoluyla veya epidural kateterin ucuna basarak kullanılır.

JİNEKOLOJİK KANSERLER

JİNEKOLOJİK KANSERLER ve ERKEN TANI
Sadece jinekolojik kanserler için değil tüm kanserler için en önemli konu kanserin erken tanısıdır. Kanser vücutta kontrolsüz çoğalan hücrelerdir ve her kanser için farklı olmak üzere yayılma eğilimindedir. Kimi kanserler daha yavaş yayılır yani metastaz yapar, buna karşın kimi kanserler de agresif davranışlıdır ve çok hızlı yayılırlar.
Kanser halk arasında ve medyada sıkça kullanıldığı şekliyle “amansız hastalık” olarak bilinir. Kanser hakkında yeterince bilgisi olmayan ve adından ürken bir çokları da kanserin tedavi edilemez bir hastalık olduğunu düşünür. Bazı agresif yani hızlı ilerleyen kanserler için bu inanç kısmen doğru olmakla birlikte aslında;
KANSER TEDAVİ EDİLEBİLİR BİR HASTALIKTIR. Ancak, kanserin tedavi edilebilir olmasını sağlayan en önemli faktör KANSERİN ERKEN TANISIDIR.
Vücuda yayılmış bir kanserin tedavi şansı çok düşük olmakla birlikte erken tanı konmuş yani henüz yayılma fırsatı bulmamış bir çok kanser için %90’lara varan oranlarda kesin tedavi şansı vardır.
Bu nedenle, diğer tüm kanserlerde olduğu gibi jinekolojik kanserler için de bilmemiz gereken en önemli konu kanserden ne zaman şüpheleneceğimiz ve jinekolojik kanserlerin tedavi edilebilir evrede yakalayabilmek için, yani erken tanısı için, neler yapılması gereğidir.
Jinekolojik kanserlerin şanslı yönü dış ortama açık olması ve çoğunun erken bulgu vermesidir. Over (yumurtalık) kanseri hariç tüm jinekolojik kanserlerde biraz dikkat ile erken tanı şansı olabilir.
Over (Yumurtalık) Kanserleri
Genellikle geç bulgu verir erken tanısı için çok başarılı bir tarama testi de yoktur. Daha çok tesadüfen başka nedenlerle yapılan muayene ve ultrasonografi sırasında erken tanı konulur. Ultrasonografide yumurtalık kistlerinde solid (katı) kısımlar olması, iki yumurtalıkta da olması, 8-10 cm’den büyük olması gibi durumlar uyarıcı olmalıdır. Tümör belirteçlerinin yüksekliği de tanıda yardımcıdır.
Rahim İç Zarı (Endometriyum) Kanseri
Tarama testi yoktur ama erken bulgu açısından en şanslı kanserlerdendir. Genellikle kendini anormal kanamalar şeklinde gösterdiğinden her türlü anormal vajinal kanamada kürtajla biyopsi almak gerekir. Ayrıca, ultrasonda rahim iç zarındaki kalınlaşmalarda da biyopsi alınmalıdır.
Serviks (Rahim Ağzı) Kanseri
Serviks kanseri açısından en önemli şans basit bir testle (smear testi) erken tanısının mümkün olmasıdır. Hatta smear testi ile hücrelerde oluşan atipik değişiklikleri saptamak ve kanser gelişmeden tedbir almak mümkün olur. Gelişmiş ülkelerde düzenli smear testi programları ile toplumda serviks kanseri %90 azalmıştır. Vücuttaki başka bir kanser için bu kadar etkili bir tarama testi daha yoktur. Bu nedenle, her kadının her sene mutlaka yaptırması önerilir.
Vajina Kanseri
Seyrek görülen bir jinekolojik kanserdir. Kanama ve kitle gibi şikayetlere neden olabilir. Çoğunlukla tesadüfen tanı konur. Bazen de smear testinin anormal çıkması ve rahim ağzında lezyon bulunmaması ile şüphelenilip incelendiğinde saptanır.
Vulva (Dış genitaller) Kanseri
Bu da seyrek görülür. Erken tanı için tarama testi yoktur. Ancak, kitle, kaşıntı, kızarıklık, renk değişikliği, ülserleşmiş yaralar gibi durumlarda doktora başvurmak ve biyopsi alınması tanıyı koydurur.

GENİTAL KANSER ÖNCÜSÜ LEZYONLAR
Kanserlerin bir kısmı ani gelişim göstermez. Henüz klinik olarak saptanabilir kanser boyutlarına gelmeden ya da kanser olarak değerlendirilmeye başlamadan önce mikroskobik yani hücresel düzeyde birtakım atipik değişiklikler olur. Bunlar, zamanında müdahale edilmezse ileride kansere dönüşme olasılığı bulunan değişikliklerdir. Bu nedenle, bu tür kanser öncesi lezyonların tespiti ve tedavisi önemlidir. Çünkü henüz kanserleşme olmadığından kesin tedavileri mümkün olur.
Genital organlarda yumurtalık hariç tüm organların bu şekilde kanser öncesi (prekanseröz) lezyonları vardır. Endometriyal hiperplazi (rahim iç zarının kalınlaşması) ayrıca serviks, vajen ve vulvanın intraepitelyal neoplazileri (epitel tabakasını aşmamış prekanseröz lezyonlar) genital organların kanser öncüsü lezyonlarıdır.
Endometriyal Hiperplazi
Endometriyum ya da rahim iç zarı her adet siklusu sırasında rejenere olan (yenilenen) ve adet kanaması ile birlikte atılan ve ayrıca gebelik oluştuğunda yerleştiği kısımdır. Estrojen etkisinde rejenere olan bu doku zaman zaman aşırı estrojen etkisiyle hücrelerde normalden fazla gelişme ve dokuda kalınlaşma izlenir. Bu kalınlaşma “endometriyal hiperplazi” olarak adlandırılır.
Endometriyal hiperplazinin bilinen en önemli nedeni progesteron ile karşılanmamış estrojen hormonuna maruz kalmadır. Bu estrojenin vücutta aşırı üretilmesi şeklinde de olabilir, dışarıdan verilmesi şeklinde de olabilir. Estrojen ve progesteron dengeli olarak verildiğinde ise bu risk olmaz hatta endometriyal hiperplazi riski azalır. Bu nedenle, genç hastalarda tedavi amaçla doğum kontrol hapı da bazı olgularda verilebilir.
Endometriyal hiperplazi çoğunlukla kendisini anormal rahim kanamaları ile gösterir. Bazen de tesadüfen yapılan ultrason muayeneleri sırasında kalınlaşma saptanabilir. Kesin tanı biyopsi ile konulur. Bu şekilde anormal ve düzensiz kanaması olanlarda ve ultrasonda rahim iç zarının normalde kalın bulunduğu olgularda biyopsi almak amacıyla rutin kürtaj yapılması önerilir.
Endometriyal hiperplazi 2 ana grupta değerlendirilir. Hücrelerde atipik değişiklikler bulunanlar ve bulunmayanlar. Hücrelerde atipik değişiklikler bulunan endometriyal hiperplazi gerçek kanser öncüsü lezyondur. Genç, ailesini tamamlamamış hastalarda öncelikle ilaçla tedavi denenebilirse de daha ileri yaşlardaki kadınlarda ve ilaçla tedaviye cevap alınamayan olgularda çoğu zaman cerrahi yani rahmin alınması gerekebilir. Atipik değişiklikler bulunmayan endometriyal hiperplazi ise genellikle ilaç tedavisine cevap verir. Ancak, ileri yaşlarda tedaviye dirençli olgularda ve menopoz sonrası rastlandığında rahmin alınmasına gerek duyulur.
Serviks (Rahim ağzı) İntraepitelyal Neoplazileri (CIN)
Hücrelerdeki atipik değişiklikler sadece yüzeyel tabakada (epitel ismi verilen dış tabakada) ise derin tabakalara doğru ilerlememişse lezyon kanser davranışı göstermez. Ancak, tedavi edilmedikleri taktirde kansere dönüşme olasılıkları vardır. Bu tür olgularda genellikle basit cerrahi operasyonlar veya anormal hücreleri yok edecek yakma, dondurma ve lazer gibi tedaviler yeterli olurlar. Kanserde olduğu gibi geniş operasyon, sonrasında ve öncesinde kemoterapi ya da radyoterapi gibi girişimlerin yapılmasına gerek yoktur.
Servikal intraepitelyal neoplazi (CIN) ve serviks kanseri oluşumu hormonlarla değil daha çok cinsel aktivite ile ilgilidir. Erken yaşta cinsel ilişkisi olanlarda, birden fazla partneri olanlarda, fazla sayıda doğum yapanlarda, sosyoekonomik düzeyi düşük olanlarda daha sıktır. Cinsel aktivite ile yakından ilişkili olması cinsel temasla bulaşan bir hastalığın etken olabileceğini düşündürmektedir. Gerçekten de birçok olguda genital bölgede siğillere yol açan bir virüs olan HPV (Human Papilloma Virüsü) bulunanlarda CIN ve serviks kanserinin daha sık olduğu gözlenmiştir. Bu nedenle, HPV bulunanların yakın takip altında bulunmaları gerekir.
CIN genellikle bulgu vermez. Çoğunlukla rutin smear tetkikleri sırasında saptanır. Bu durum, rutin smear testi alınmasının önemini ortaya bir kez daha vurgulamaktadır.
CIN olguları, atipik hücrelerin yaygınlık derecesine göre CIN 1, CIN 2 ve
CIN 3 olarak sınıflandırılır. CIN 1 ve CIN 2 olgularında yakma, dondurma, lokal çıkarma gibi basit yaklaşımlar yeterli olabilir. Hatta hiç birşey sadece gözlenen bir kısım olgu kendi kendine gerileyebilir. Bazen CIN ile birlikte başka jinekolojik rahatsızlıkların bulunması, hastanın takip programına uymayacağından şüphelenilmesi ve ileri yaş gibi durumlarda CIN 1 ve 2 olgularında da ameliyat önerilebilir.
CIN 3 olgularının kansere dönüşüm potansiyeli daha fazla olduğundan bunlarda daha agresif cerrahi yaklaşım (rahim ağzının koni şeklinde çıkarılması, rahimin serviksle birlikte total alınması gibi) gerekebilir.
Vajinal ve Vulvar İntraepitelyal Neoplaziler
CIN olgularına göre çok daha nadirdir ve genellikle CIN olguları ile eş zamanlı olarak görülürler. Bu nedenle, CIN saptanan olgularda vajen ve vulvanın incelemesi ya da tersine vajen veya vulvada lezyon saptanan olguların CIN açısından değerlendirilmesi gerekir.

OVER (Yumurtalık) KANSERLERİ
Geç bulgu verdikleri için genellikle kanserin ilerlemiş dönemlerinde yakalanır. Bu nedenle, en şanssız ve ölüme en sık yol açan jinekolojik kanserlerin başında gelir. Tanı konulduktan sonra beş yıllık yaşam şansı %30-40 civarındadır. Kadındaki tüm kanserlerin %4’ünü oluşturur. Genital kanserlerin ise yaklaşık dörtte biridir. Ancak, genital kanserlerden ölümlerin yarıya yakın sebebidir. Her yaşta görülür ancak, daha çok ileri yaşlarda menopoz sonrasında görülür.
Yumurtalıkta çeşitli hücre tipleri bulunur ve her hücre tipinden kaynaklanan kanserler görülebilir. En sık görülenler epitel hücrelerinden kaynaklananlardır. Diğer tipler daha seyrektir. Örneğin, germ hücreleri yumurtalıkta bulunan eşey hücreleridir. Bunlardan kaynaklanan tümörler daha genç yaşlarda görülür. Genç yaşlardaki tümörlerin de çoğu germ hücreli tümörlerdir. Bazı tip over tümörleri daha iyi seyirli ve tedavi şansı yüksektir. Buna karşın bazı tipler daha kötü seyirlidir.
Sebepleri ve Risk Faktörleri
Yumurtalık kanserine neyin sebep olduğu tam olarak bilinmemektedir ancak, bazı risk faktörleri yumurtalık kanseri riskinin görülme sıklığını artırabilir. Genetik faktörler, çevresel faktörler ve hormonal faktörler yumurtalık kanseri gelişiminde suçlanmıştır. Ailesinde meme ya da over kanseri olanlarda over kanseri riski artar. Son yıllarda bazı genlerdeki değişikliklerin over kanseri riskinde artışa yol açtığı gösterilmiştir. Bu genleri taşıyan ailelerde risk artar. Yumurtlamayı artırıcı ilaçları kullananlarda risk artar. Buna karşın doğum kontrol hapı kullanımı riski azaltır. Hiç gebe kalmamışlarda risk artar buna karşın doğum yapanlarda risk azalır.
Belirti ve Bulgular
Daha önce de söylendiği gibi over kanserleri geç bulgu verirler. Şikayetler çoğu zaman nonspesifiktir. Örneğin karın ağrısı, şişkinlik, mide-barsak şikayetleri gibi çok çeşitli hastalıklarda hatta bazen normalde de görülen çok spesifik olmayan şikayetler bulunabilir. İlerlemiş olgularda, karından ele gelen kitle, aşağı doğru basınç hissi, karında sıvı birikmesine (bu durum assit olarak adlandırılır) bağlı karın şişliği, çevredeki organlara bası yapmasına bağlı idrar ve barsak şikayetleri görülebilir. Bazı yumurtalık kanserleri hormon salgılayabilir. Buna bağlı adet düzensizlikleri olabilir. Epitelyal olmayan bazı tümörlerde de erkeklik hormonu salgılanabildiğinden tüylenme, erkek tipi saç dökülmesi görülebilir. Hastaların en sık başvuru nedeni assit oluşumuna bağlı karın şişliğidir. Çoğunlukla assit oluştuğunda ileri evrelerdedir.
Tanı
Over kanserinin erken tanısı için yapılabilecek en iyi şey yıllık rutin jinekolojik muayenelerin ve ultrasonların yapılmasıdır. Bu durum bile her zaman tanıyı koydurmaz, ancak şüpheli durumlarda daha ileri araştırmalar yapılarak erken tanı koyma şansı artar. Şüpheli durumlar, muayenede ele kitle gelmesi ya da ultrason ile overlerde kist ya da kitle görülmesidir. Overde kist görülmesi bunun her zaman kanser olduğu anlamına gelmez. Özellikle üreme çağındaki kadınlarda görülen kistlerin çoğu aslında tümöral olmayan basit kistlerdir. Bunların bir çoğu hiç bir şey yapılmasa bile kendi kendine kaybolacaktır. Önemli olan nokta ultrasonda ya da muayenede yumurtalıkta bir kist tespit edildiğinde bunun tümöral mi yoksa basit kist mi olduğunun ayırt edilmesidir.Menopozdaki kadınlarda ve adet görme çağı öncesi genç kızlardaki her türlü kist ise tümör olarak değerlendirilmelidir.
Tümöral olduğu şüphelenilen over kist ve kitlelerinin ileri araştırmalarında kanda tümör belirteçlerine bakılır. Bazı tümör belirteçleri (özellikle CA 125) bazı over tümörü tiplerinde yüksek bulunur. Ancak, tümör belirteçlerinin yüksek bulunması her zaman kitlenin kanser olduğunu göstermeyeceği gibi tümör belirteçlerinin düşük olması da kanseri ekarte etmez. Tümör belirteçleri dışında doppler ultrasonografide kan akım değişikliklerini göstererek iyi huylu ve kötü huylu tümör ayırımında yardımcı olabilir. Ancak tüm bu yöntemler yardımcı yöntemlerdir. Hiç biri kesin tanı koydurmaz. Tümöral olduğu düşünülen (ister iyi huylu ister kötü huylu olsun) kist ve kitleler ile ayırım yapılamayan olgularda cerrahi yapmak ve ameliyat sırasında patolojik örnek biyopsi almak kesin tanıyı koydurur. Ancak, kist varlığında tümör belirteçleri ve doppler incelemeleri normal ise ultrason ve muayene ile tümöral olduğunu düşündüren hiç bir bulgu yoksa ve kist 8 cm’den küçük ise bir süre takip edilebilir. Takip sırasında küçülme veya kaybolma olmuyorsa ameliyat yapılması gereklidir.
Tedavi
Over kanserinin tedavisi cerrahidir. Bazı kanser türlerinde ileri evrelerde ameliyat önerilmezken over kanserinde hangi evrede olursa olsun hastanın ameliyat edilmesi ve kitlenin mümkün olduğu kadar çıkarılması gereklidir. Cerrahi sırasında eğer yayılım yoksa kemoterapi gerekmeyebilir ancak, yayılım olan olgularda kemoterapi bazen de radyoterapi uygulanmalıdır.
Tedavi şekli tümör tipine göre değişse de genel olarak ana hatları ile bu şekildedir. Ancak, nihai tedavi şeklini belirleyen ameliyat sırasında tümörün yayılma derecesi, patolojik tipi saptanan tümörün davranış şekli (bazı tümörler daha hızlı bazıları daha yavaş ilerler) gibi çeşitli parametreler vardır.
Cerrahi de sadece tek yumurtalık alınabileceği gibi rahim, yumurtalıklar tamamen de alınabilir.

RAHİM KANSERLERİ
Rahimden kaynaklanan 2 tür kanser vardır: Endometriyum (rahim iç zarı kanseri) kanserleri ve sarkomlar (rahimdeki kas vb bağ dokularından).
Sarkomlar çok nadir görülür. Rahimdeki kas tabakasından, damarlardan, salgı bezlerinden kaynaklanabildiği gibi rahimde bulunmayan kıkırdak gibi dokulara benzeyen sarkomlar da olabilir. Hızlı yayılırlar ve genellikle geç dönemde tanı konduğu için çok iyi tümörler olarak kabul edilmezler.
Endometriyum kanserleri ise daha sık görülür ve hatta dünyada özellikle gelişmiş ülkelerde en sık görülen jinekolojik kanserlerdir. Bu nedenle, bu bölümde daha çok endometriyum kanseri anlatılacaktır.
Endometriyum kanseri her yaşta olmak üzere daha çok 50 yaş civarında görülür. Endometriyum kanserinde erken tanıda kullanılacak spesifik bir erken tanı testi olmamasına karşın şanslı kanserler arasında sayılır. Çoğunlukla, anormal rahim kanamaları şeklinde kendini gösterdiğinden bu olgular ihmal edilmez ve basit bir kürtaj işlemi ile biyopsi alınırsa tanı konulabilir. Nitekim, endometriyum kanserlerinin %75’i erken evrede yakalanır ve bu nedenle de kesin tedavi ve yaşam şansı diğer jinekolojik kanserlere göre yüksektir.
Risk Faktörleri
Rahim kanseri oluşumunda progesteron hormonu ile dengelenmemiş estrojen ana faktördür. Risk faktörleri de bununla ilişkilidir. Yumurtlama bozukluklarında (anovulasyon) estrojen hormonu bulunmasına karşın progesteron hormonu üretilmez bu nedenle bu hastalarda endometriyum kanseri riski artar. Estrojen salgılayan yumurtalık tümörlerinde de risk artar. Ayrıca, hiç doğum yapmamış olmak, erken yaşta adet görmek ve geç menopoza girmek, obesite, yüksek tansiyon, şeker hastalığı olanlarda ve atipili endometriyal hiperplazide risk artar. Nedeni bilinmemekle birlikte sigara riski azaltır. Estrojen temel risk faktörüdür ama yumurtalık kanserinde olduğu gibi estrojen progesteron ile dengelendiği sürece risk oluşturmaz hatta doğum kontrol hapları riski azaltır. Estrojen etkisi olmadan da endometriyum kanseri gelişebilir. Estrojen etkisine bağlı olarak gelişen endometriyum kanseri olguları daha iyi davranışlıdır ve tedavi şansı daha yüksektir.
Belirti ve Bulgular

En sık rastlanan şikayet anormal rahim kanamasıdır. Özellikle menopoz döneminde ortaya çıkan kanamalarda kanser riski %10 gibi yüksek bir oranda olduğundan bu hastalarda mutlaka kürtaj ile biyopsi alınmalıdır. İlerlemiş olgularda bası belirtileri (idrar şikayetleri vb) ve ağrı görülebilir. Bazen ultrasonda tesadüfi olarak rahim iç zarında kalınlaşma ve düzensizlik ile tanı konulabilir.
Tanı
Kesin tanı biyopsi ile konur. Bunun için ameliyat olmaksızın ofis koşullarında yapılabilen bir kürtaj işlemi yeterli olabilir. Kürtaj denilince genellikle çocuk aldırma anlaşılır. Ama aslında tıbbi literatürde küretaj “kazıma” anlamına gelir. Küretaj işlemi gebeliği sonlandırmak için yapılabildiği gibi patolojik örnek yani biyopsi almak amacıyla da yapılabilir. Hatta bazı durumlarda anormal kanamayı durdurmak için tedavi amaçlı da yapılabilir.
Menopozdaki hastada yapılan vajinal ultrasonda rahim iç zar tabakasının kalınlığı 5 mm’den fazla ise endometriyum kanserinden şüphelenmek ve biyopsi almak gerekir.
Tedavi
Tedavisi rahim ve yumurtalıkların bir arada çıkarılmasıdır. Erken evrede bu şekilde yapılan cerrahi yeterli olmakla birlikte biraz daha ilerlemiş olgularda cerrahiye ek olarak radyoterapi yapılabilir. Kanserin daha fazla yayıldığı ileri olgularda ise cerrahiyle birlikte radyoterapi ve kemoterapi yapmak gerekir. Erken evrede yaşam şansı %90’lara ulaşır ancak ileri evrelerde bu %40’lara kadar düşer. Çoğu olgu erken evrede yakalandığı için tüm vakalar göz önünde tutulduğunda yaşam şansı %75 civarındadır.

SERVİKS (RAHİM AĞZI) KANSERİ
Bir kanser için şanslı demek çok doğru olmasa da serviks kanseri aslında şanslı bir kanserdir. Çünkü organ direkt olarak dışa açılmasa da normal bir jinekolojik muayenede yapılan spekulum muayenesi ile direk gözlem yapmak ve serviksten direkt biyopsi almak mümkündür.
Diğer bir şans kabul edilebilecek bir durum serviks kanserinde basit ve ucuz bir yöntemle kitlesel tarama yapılabilmesidir ki bu yöntem smear testidir. Daha önce de vurgulandığı gibi smear testinin yaygın şekilde kullanıldığı ülkelerde bu kanserin görülme oranı %90 oranında azalmıştır.
Nitekim serviks kanseri, eskiden en sık görülen jinekolojik kanser olmasına rağmen gelişmiş ülkelerde uygulanan smear testi tarama programları sayesinde sıklığı giderek azalmaktadır. Ancak, az gelişmiş ülkelerde hala en sık genital kanser olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu nedenle, serviks kanserinin bir ülkede sık olmasının o ülkenin az gelişmiş olma kriterlerinden biri olduğunu düşünen araştırmacılar vardır.
Serviks kanseri over ve endometriyum kanserlerine göre nispeten daha erken ama yine de ortalama 50 yaş civarında görülür ama her yaşta görülebilir.
Risk Faktörleri
Risk faktörleri serviksin kanser öncüsü lezyonları olan servikal intraepitelyal lezyonlarla aynıdır . Risk cinsel aktivite ile yakında ilişkilidir. İlk ilişkinin erken yaşta olması, erken yaşta doğum, birden fazla partnerin olması ve hatta tek partner olsa da bu partnerin farklı partnerlerinin olması serviks kanseri riskini artırır. Ayrıca, sigara ve doğum kontrol hapları da riski artırır. Ancak, doğum kontrol hapları ile serviks kanseri arasındaki ilişkinin daha çok hap kullananların daha liberal bir cinsel yaşamları olması ile ilgili olduğu düşünülmektedir.
Cinsel yaşam ile serviks kanserinin bu derece yakın ilişkili olması cinsel temasla bulaşan hastalıkların rolü olduğunu düşündürmektedir ki son 20 yılda bunun gerçekten de böyle olduğu gösterilmiştir. Genital siğil oluşturan bir virüs olan Human Papilloma Virus’un (HPV) serviks kanseri olgularının büyük bir kısmında rolü olduğu gösterilmiştir. HPV’nin 70’den fazla türü saptanmıştır ve bunların hepsi kanser yapmaz. Özellikle bazı tipleri (Tip 16 ve 18) kanser olgularında ön plan saptanmaktadır.
Belirti ve Bulgular
Serviks kanserinin en sık bulgusu ağrısız ve özellikle ilişki sonrasında olan kanamadır. Bu nedenle, daha önce bir çok kez çeşitli yerlerde vurgulanmakla birlikte yeniden vurgulamakta fayda vardır....
Lütfen!!!!!...
“Her türlü anormal (ve özellikle adet dışı olan) kanamada jinekologunuza başvurunuz!!!”
Serviks kanserinin diğer belirtileri arasında kötü kokulu akıntı da bulunabilir. Bu nedenle, basit bir şikayet gibi görülen bu yakınma da göz ardı edilmemelidir. Diğer belirtiler, daha çok kanserin ileri evrelerinde görülür. Durdurulamayan vajinal kanamalar, tümörün kitlesel etkisi ve yakın komşuluğu nedeniyle idrar yollarını tıkaması ve buna bağlı börek yetmezliği, lenf dolaşımının bozulmasına bağlı bacaklarda lenfödem bu belirtilerdendir. Bu belirtiler ortaya çıktığında kanser genellikle tedavi şansını büyük oranda kaybetmiştir.
Tanı
Tanı jinekolojik muayene sırasında yapılan gözlemde rahim ağzında kitle ve ülserleşme gibi lezyonların görülmesi ve bu lezyonlardan alınan biyopsi ile konulur. Biyopsi ile tanı konulmuş olgularda kanserin yayılma derecesini saptamak için çeşitli tetkikler de yapılmalıdır.
Tedavi
Kanser lokal olarak yayılır ve bu bölge lenf nodları açısından zengin olduğundan erken evrelerde bile lenf nodlarını tutabilir. Lenf nodlarının tutulması kanserin metastaz yapma riskini artırır. Bu nedenle, serviks kanseri erken tanı ve kanser gelişmeden kanser öncüsü lezyon halinde iken tanı mümkün iken kanser gelişmiş ise tedavi şansı nispeten az olan bir kanser türüdür. Çok erken kanser henüz sadece servikste mikroskobik düzeyde iken yakalanmışsa sadece rahimin alınması ve hatta seçilmiş olgularda serviksin koni şeklinde çıkarılması yeterlidir. Ancak çoğunlukla erken evre olsa bile rahimin çevre dokularla birlikte alındığı ve o bölgedeki lenf dokularının da çıkarıldığı radikal bir operasyon uygulanır. Daha ileri evrelerde ise cerrahi önerilmez. Bu olgularda radyoterapi uygulanır. Son yıllarda bu hastalarda kemoterapi ve radyoterapinin bir arada uygulandığı kemoradyasyon tedavisi yapılması önerilmektedir.
Erken evrede yakalanmışsa tedavi şansı yüksektir (%85). Ancak klinik lezyon oluşması bile evreyi yükseltir ve bu hastalarda tedavi şansı azalır ve ileri evrelerde %10’lara kadar düşer.

VAJİNA KANSERİ
Genital organlarda en nadir görülen kanser türlerindendir. Genellikle, serviks kanseri ve vulva kanseri olan hastalarda görülür. Belirtileri serviks kanserine benzer. Tedavi vajinanın çıkarılması veya vajina içine lokal radyoterapi verilmesi şeklindedir.

VULVA KANSERİ
Vulva, dış genital organlara verilen isimdir Vajina kanserinden biraz daha sık olmakla birlikte yine de nadir görülen bir genital kanserdir. Görülme yaşı 40-50 yaşlar ve 70 yaşlar olmak üzere 2 yaş grubunda pik yapar. Genç yaşta görülenler serviks kanserine benzer şekilde HPV (Human Papilloma Virusu) ile ilişkilidir. İleri yaşta görülenler HPV ile bağlantılı değildir. Bu olgularda daha çok çevresel irritanların rolü olduğu düşünülmektedir.
Vulva kanserinin en önemli belirtilerinden biri kaşıntıdır. Tedaviye dirençli olan kaşıntı olgularında görünür bir lezyon olmasa da biyopsi almak gereklidir. Bunun dışında vulvada renk değişiklikleri ve kızarıklık, ülser, kitle gibi çeşitli cilt lezyonları görülebilir. Kesin tanı biyopsi ile konulduğundan vulvada görülen tüm şüpheli durumlarda biyopsi almak tanı koydurucudur.
Olguların yarısında erken evrede tanı konabilir. Tedavi cerrahidir. Erken evre yakalandığında tedavi şansı %90’ları bulabilir. Tümörle birlikte çevre doku ve lenf bezleri çıkarılır. İleri evrelerde cerrahiye ek olarak radyoterapi uygulanabilir.
KALICI YÖNTEMLER (STERİLİZASYON)

Kadında tüplerin bağlanması (tüp ligasyonu)
Gebeliğin oluşabilmesi yani döllenme için erkeğin spermleri (tohum hücreleri) ile kadının yumurtasının fallop tüplerinde birbirleriyle karşılaşması gerekir.
Cerrahi yöntemlerle fallop tüplerinde spermlerin ve/veya yumurtanın geçişini engelleyecek şekilde tıkanmasıdır.
Ailesini tamamlamış yani başka çocuk sahibi olmayı düşünmeyen çiftler için uygun olan kalıcı bir yöntemdir. Sonradan tekrar çocuk istenirse tüplerin operasyonla açılma şansı varsa da bu her zaman mümkün olmaz. Tüpleri bağlanmış kadınlar tüp bebek yöntemi ile gebe kalabilirler ancak, bu da hem pahalıdır hem de garanti bir yöntem değildir. Bu nedenle, gerçekten başka çocuk düşünülmüyorsa uygulanmasında fayda vardır. Ameliyatla tekrar açma şansını yok kabul etmek gerekir.
Başka çocuk istenmese de çok genç yaşlarda tüpleri bağlatmak da önerilmez. Bunun için bir yaş sınırı olmamakla birlikte daha yaşanacak uzun bir ömür ve dünyanın bin bir türlü hali vardır. Her türlü riski göz önünde tutmak gerekir.
Tüp ligasyonu ayrıca; var olan bir hastalık nedeniyle bir gebeliğin kadın hayatını ciddi ölçüde tehdit etmesi söz konusu olan kadınlar, zeka özürü veya psikiyatrik hastalık gibi nedenlere bağlı olarak cinsel tacize uğrama ve hamile kalma olasılığı yüksek olan kişiler için de uygun bir yöntemdir.
Tüplerin bağlanması için kadının ricası yetmez, eşinin de rızası olması gereklidir.
Tüplerin bağlanma işlemi sıklıkla sezaryen veya diğer jinekolojik işlemler (örneğin myomektomi) sırasında yapılan bir işlemdir. Bu durumda fazladan bir operasyona gerek kalmamış olur. Ancak, diğer durumlarda da tüplerin bağlanması mini laparotomi ve laparoskopi gibi basit be hastayı ciddi boyutta etkilemeyecek operasyonlarla da gerçekleştirilen basit bir ameliyat olarak kabul edilir.
Geri dönüşümsüz olduğundan acil koşullar altında karar vermek ve sonradan pişmanlık duymamak için bunu gebelik sırasında eşinizle birlikte kararlaştırmanız ve doktorunuzla görüşmeniz de fayda vardır.
Tüplerin bağlanmasının her cerrahi müdahalede karşılaşılabilecek anestezi ve ameliyata ait riskler dışında herhangi bir yan etkisi yoktur. Güvenilirliği oldukça yüksektir ancak, düşük de olsa tüplerin rekanalize olma yani açılma olasılığı vardır. Bu nedenle, adet gecikmesi olduğunda gebelik olasılığı her zaman akılda tutulmalıdır.
Erkekte kanalların bağlanması (Vasektomi)
Testislerde üretilen spermler boşalma sırasında vas deferens denilen ince kanallarla taşınarak penise gelir. Bu kanalların bağlanmasına vasektomi adı verilir ve spermlerin taşınmasını engellediğinden boşalma sırasında prostat bezinden gelen sıvının içinde sperm bulunmaz ve gebelik oluşamaz. Vasektomi kalıcı yani geri dönüşümsüz bir yöntemdir. Lokal anestezi altında muayenehane koşullarında yapılabilen kolay bir işlemdir.
Birçok ülkede oldukça yaygın bir yöntem olmasına karşın ülkemizde biraz da yanlış ve eksik bilgilendirmelerden dolayı olması gerektiği kadar sık değildir. Yanlış bilinen düşüncelerden en önemlisi erkeklik fonksiyonlarının bozulmasıdır. Ancak vas deferens’lerin hormon üretimi, ereksiyon, meni sıvısı üretim ve boşalma gibi fonksiyonlarla ilişkisi yoktur. Yani cinsel istekte ve aktivitede herhangi bir problem oluşturmaz. Sadece meni sıvısının içinde sperm bulunmaz.
Geri dönüşümsüz bir yöntem olduğundan ailesini tamamlamış çiftler için uygun bir yöntemdir. Vasektomi yaptırmayı kabul eden erkekler istenmeyen gebeliklerden korunmada kendisinin de sorumlu olduğunun bilincinde olan erkeklerdir (ki bu da toplumun kültür ve medeniyet düzeyi ile ilişkilidir.
Kadınlarda yapılan sterilizasyon işleminin aksine erkekte vasektomi yapıldıktan sonra sperm sayısı hemen sıfırlamadığından koruyuculuk hemen başlamaz. Bu nedenle, 16-18. haftadan başlamak üzere meni analizleri ile spermlerin olmadığı en az 2 örnekte gösterilmelidir.
Kadınlara benzer şekilde erkekte de kanalların bağlanmasından sonra daha düşük de olsa binde 1-1,5 rekanalizasyon (kanalların yeniden açılması) dolayısıyla gebelik riski olabilir.
İşleme bağlı her cerrahi işlemde görülebilen kanama, ağrı ve enfeksiyon gibi komplikasyonlar olabilir.
DOĞAL YÖNTEMLER

Geleneksel yöntemler olarak da bilinirler. Bu yöntemler çok eski dönemlerden beri kullanılan buna karşın yan etkileri hemen hemen olmamasına karşın güvenilirliği düşük olan yöntemlerdir. Daha çok geri kalmış toplumlarda ön planda tercih edilirler.

Geri çekme (coitus interruptus)
Tam boşalma anında erkeğin kendini geri çekmesidir. Ülkemizde en yaygın kullanılan doğum kontrol yöntemidir. Maalesef bu yöntem daha çok geri kalmış ve gelişmekte olan ülkelerde en sık olan yöntemdir. Ejakulasyon (boşalma) öncesi erkekten gelen sıvıda sperm bulunabilir. Ayrıca, vajina dışına bulaşan spermler de vajina içine girebilir ve gebelik oluşabilir. Bu nedenle, güvenilirliği düşüktür ve modern bir yöntem olarak kabul edilmez. Mecbur kalmadıkça bu yöntem tercih edilmemelidir.
Takvim Yöntemi
Kadının adet siklusu boyuca gebe kalma olasılığının yüksek olduğu günleri belirleme ve bu günlerde ilişkiden kaçınarak gebeliğin önlenmesidir.
Bu yöntemle istenmeyen gebelik riski %25’lere kadar ulaşabilir. Bu nedenle önerilen bir yöntem değildir. Ancak, gebelik riski dışında bir yan etkisi olmadığından başka hiç bir yöntemin kullanılamadığı durumlarda tercih edilebilir.
Yöntemi kullanabilmek için adetlerin düzenli olması gerekir. Adet düzensizlikleri olan kadınlar bu yöntemi kullanamazlar. Öncelikle birkaç ay adetlerin takip edilmesi ve kaydedilmesi gerekir. Adetleri düzenli olan kadınlarda bile gebelik şansının olmadığı düşünülen günlerde gebe kalabildiği gösterilmiştir.
Adet siklusunun uzunluğu bir adetin başlangıç gününden diğerinin başlangıç gününe kadar olan süre olarak hesaplanır. En uzun siklustan 11 gün, en kısa olandan 18 gün çıkartılır. Aradaki dönemde ilişkide bulunmamak veya bir korunma yöntemi kullanmak gerekir.
Örneğin; kadının adet siklusları 27-32 günler arasında değişiyorsa;
En kısa siklus: 27-18 = 9
En uzun siklus: 31-11 = 20
Sonuç olarak, adet siklusunun 9-20. günleri arası gebelik için riskli günler olarak kabul edilir.
Adet sikluslarının takibi dışında yumurtlama dönemini, dolayısıyla gebelik için riskli günleri, saptamak için vücut ısısı artışının takibi ile de yapılabilir. Bunun dışında, vajinadaki akıntının kıvam ve miktarı da faydalı olabilir. Bu amaçla, hazır kitler de bulunmaktadır.
Emzirme
Emzirmenin bebek için olan yararları dışında gebelik olmasını engelleyici özelliği de vardır. Emziren annelerde süt hormonunu salgılatan hormonların düzeylerindeki yükselmeler yumurtlamayı da baskılar ve gebelikten korur. Ancak, emzirmenin gebeliği ne oranda ve ne kadar süreyle önleyebileceğini bilmek mümkün değildir.
Emzirmenin gebelikten koruması emzirme sıklığı ve süresi ile belirlenir. Özellikle 6 aydan sonra emzirme sıklığı azaldığı ve bebek ek gıdalara başladığı için emzirmenin koruyuculuğu önemli ölçüde azalır. Bir çok kadında emzirmesine rağmen doğumdan 1-2 ay sonra yumurtlama başlayabilir. Bu nedenle, emziren annelerin emzirmenin koruyuculuğuna güvenmemeleri ve başka bir yöntemle korunmalarında fayda vardır. Uygun şekilde emzirenlerde bile (yeterince sık ve uzun süreli) sürprizlerle karşılaşmamak içn 3. ayın sonunda korunma yöntemleri başlanılmalıdır. Bu amaçla, sadece progesteron içeren hormonal yöntemler ve RİA (spiral) kullanılabilir.
Vajinal Duş
İlişkiden sonra vajinanın içinin yıkanmasıdır. Geleneksel ama yetersiz bir yöntemdir. Birçoklarınca yöntem bile sayılmaz. Spermler boşalmadan çok kısa bir süre sonra saniyeler, dakikalar içinde rahme ulaşabilirler.
Ayrıca, vajinanın suyla yıkanması vajinanın mikroplardan koruyucu asit ortamını bozduğundan vajinal enfeksiyona yol açma riski taşır.
Bu nedenle, bu yöntemi kullananlar dolayısıyla bu yöntemle korunduğunu zannedenler farklı bir yönteme geçmelidirler.
BARİYER YÖNTEMLER

Kondom (Prezervatif, Kılıf)
Erkeklerin kullandığı, penise kılıf şeklinde geçirilip spermlerin (erkek tohum hücreleri) vajinaya boşalmasını engelleyen mekanik bariyerdir.
Çok eski çağlardan beri çeşitli maddelerden yapılmış kondomlar kullanıldığı bildirilmektedir. Keten, hayvan bağırsağı vb bu amaçla kullanılmıştır. 18. yüzyılda kauçuktan yapılmaya başlanmıştır. Günümüzde kondomlar “lateks” denilen sentetik materyalden yapılmaktadır.
Uygun kullanıldığında koruyuculuk oranı yüksektir ve ve bu şekilde kullananlarda 1 yıl sonunda gebelik riski %3’tür. Ancak, çoğu zaman uygulama kuralları göz ardı edildiğinden tüm kullananlar için bu risk %14’e çıkar. Bazı kondomlara spermisit yani sperm öldürücü maddeler eklenir. Bunlarda koruyuculuk daha artar.
Dikkat edilmesi gerekenler
Ø Kondom, tek kullanımlıktır, birden fazla kez kullanılmamalıdır.
Ø Sadece gebelik için riskli günlerde değil her ilişkide kullanılmalıdır
Ø Kondom ilişkinin başından itibaren kullanılmalıdır. Kondomsuz ilişkiye başlanıp boşalma öncesi takılması istenmeyen gebelik riskini artırır.
Ø Boşalma sonrası penis küçülmeye başlamadan çıkarılmalıdır, kenarlarından sızabilir ve bazen kondom vajinada kalabilir.
Ø Bilinen lateks alerjisinde kullanılmamalıdır.
Ø Son kullanma tarihi geçmiş kondomlar kullanılmamalıdır.
Avantajları, Dezavantajları
En önemli ve diğer korunma yöntemlerinde bulunmayan avantajı enfeksiyonların, özellikle AİDS, HPV, Hepatit B gibi cinsel temasla bulaşan enfeksiyonların çiftlerin birbirine bulaştırmalarını engeller veya en azından riski azaltır.
Diğer avantajları, kolay bulunan ve ucuz bir yöntem olmasıdır. Özellikle, düzenli cinsel yaşamları olmayan çiftler için iyi bir yöntemdir. Ayrıca, birden fazla partneri olan ve cinsel temasla bulaşan hastalık riski taşıyan kadınlar için de uygundur.
Gebelik riski ve lateks alerjisi dışında hiç bir yan etkisi yoktur.
Erkekte duyarlılığı azaltması bir dezavantaj olabilir ancak erken boşalmaya faydası olabilir. Ayrıca, cinsel ilişki her zaman planlı olmayabileceğinden bulunulan ortamda kondoma ulaşmak mümkün olmayabilir. Cinsel ilişkinin bölünmesi rahatsızlık verici olabilir.
Diyafram
Kadınların kullandığı bariyer yöntemdir. Ülkemizde yaygınlaşmamıştır. Şapkaya benzer ve lateksten yapılır. Rahim ağzını kapatacak şekilde cinsel ilişki öncesi yerleştirilir. Bu şekilde spermlerin rahme ve tüplere geçişi engellenir. Üzerine spermisit (sperm öldürücü) sürülmesi etkinliğini artırır.
Takma ve çıkarma başlangıçta doktor gözetiminde yapılır, daha sonra hasta rahatlıkla kendi takıp çıkartabilir. İlişkiden en az 6 saat sonra çıkartılmalıdır. Birbirine yakın zamanlarda birden fazla ilişkide kullanılabilir.
Etkinliği kondoma benzer. Gonore ve klamidya gibi üst genital sistemi tutan cinsel temasla bulaşan hastalıkları engeller ama HPV ve hepatit riskini azaltmaz.
Kadın kondomu (kadın prezervatifi)
Kadın kondomu yine kadınların kullandığı bir bariyer yöntemdir. Ülkemizde de kısa bir süre önce “Femidom” ticari adı ile kullanıma sunulmuştur.
Yeni olduğu için ülkemizde henüz çok bilinmemektedir. Diyaframa benzer şekilde vajina içine yerleştirilen kese şeklinde bir materyaldir. İlişki öncesi vajinaya yerleştirilir. Yerleştirildikten sonra vajina duvarlarına yapışır. Birden fazla sefer kullanılmamalı yenisi takılmalıdır.
İç ve dış halkaları vardır. İç halkası rahim ağzının kapatır. Dışta kalan halkası vajina çevresini de koruduğundan cinsel temasla bulaşan enfeksiyonlara karşı koruyuculuğu erkek kondomundan daha iyidir. Ancak, istenmeyen gebelik riski daha yüksektir. Bir yılın sonunda %25’lere varan oranda gebelik bildirilmiştir. Bu nedenle, daha çok erkeğin kondom kullanmak istemediği durumlarda tercih edilir.
Erkek kondomuna diğer avantajı da ilişkiden çok önce (8 saate kadar) takılabilmesidir. Bu şekilde cinsel ilişkide bölünme olmaz. Uygulamasının nispeten zor olması, pahalı olması, ilişki sırasında bazen rahatsızlık verebilmesi gibi dezavantajları kullanımını kısıtlar.
Spermisitler (Sperm öldürücüler)
Aslında direkt bir bariyer yöntem değildir. Ancak, vajinaya konulduğunda spermler üzerine öldürücü etki yaptıklarından spermlerin rahim ve tüplere geçmesi engellenir. Fitil, krem, jel gibi formları mevcuttur. İlişkiden 15-30 dakika önce uygulanır ve etkisi 1-2 saat sürer.
Güvenilirliği düşüktür. Korunma yöntemi olarak kullananlarda 1 yıl sonunda gebelik riski olağan kullanımda %26 gibi yüksek bir değerdedir. Bu nedenle, tek başına önerilmez ancak diyafram ve kondom gibi yöntemlerle birlikte kullanılması tercih edilmelidir.


RAHİM İÇİ ARAÇLAR

Rahim içi araçlar halk arasında yaygın olarak “spiral” olarak bilinir. Bunun sebebi kullanıma ilk giren rahim araçların spiral şeklinde olmasıdır. Günümüzde spiral şeklindeki rahim içi araçlar artık kullanılmasa da halk arasında hala bu şekilde adlandırılmaktadır. Sonradan piyasaya farklı şekilde rahim içi araçlar çıkmasına karşın halk arasında kalan alışkanlıkla spiral olarak söylenegelmiştir. Rahim içi araç (RİA) adı üstünde rahim içine yerleştirilerek gebelikten korunma sağlayan bir yöntemdir. Tüm RİA’ların ucunda bir ip bulunur. Bu ipin amacı çıkartılması sırasında kolaylık sağlamasıdır.
Rahim içi araçlar 2 ana grupta incelenebilir.
Normal Rahim İçi Araçlar
Hormonlu Rahim İçi Araçlar
Bugün en sık kullanılan rahim içi araç (RİA) şekli “T” biçimidir. T şeklindeki plastik elemanın etrafına bakır tel sarılıdır. RİA’lara bakır eklenmesi RİA’nın etkisini artırmaktadır. Bazı bayanlar tanıdıklarının gümüş veya altınlı RİA taktırdıklarını kendilerinin de bunu istediklerini söylemektedirler. Bakırlı RİA’lar 8 yılda sonra metal eskimesi ve parçalanması ile etkinliğini kısmen kaybetmektedir. Bakırlı RİA'lar "T" biçimi dışında "7" şeklinde ya da "at nalı" biçiminde de olabilir.
Gümüş, altın veya platinli olduğu iddia edilen RİA’lar da esas olarak yine bakır içerir ve ancak cüzi miktarlarda gümüş, altın veya platin eklenmesi ile etki sürelerinin uzatılması amaçlanır. Etki süreleri gerçekten bir miktar uzasa da güvenilirlik ve yan etki açısından birbirlerinden farkı yoktur.
RİA nasıl etki eder?
Rahim içine yerleştirildiği andan itibaren RİA, burada yabancı bir madde olarak algılanır ve bölgede “yabancı cisim reaksiyonu” denilen bir reaksiyon oluşturur. Bu reaksiyon vücudun kendisi için yabancı olan maddeye karşı savaş açmasıdır. Vücuda bir mikroorganizmanın girdiği ve enfeksiyon oluşturduğu durumda olduğu gibi akyuvarlar ve benzeri hücreler bu yabancı maddenin vücut için olası zararlı etkilerini ortadan kaldırmaya çalışır. Bu hücrelerin, yabancı cismin olduğu yerde toplanması “inflamasyon” olarak adlandırılır. Oluşan bu inflamasyon yabancı cisim olduğu kadar spermler için de toksiktir ve spermleri öldürür. Temel etki mekanizması budur, ayrıca oluşmuş gebeliğin de rahme yerleşmesini aynı mekanizma üzerinden engeller. Nitekim, bu nedenle korunmasız ilişki sonrası acil koruma amaçlı olarak yerleştirildiğinde de gebeliğin rahme yuvalanmasını önlerler.
RİA’nın koruyuculuk süresi ne kadardır?
RİA’nın koruyuculuk süresi tipine göre değişkenlik gösterir ve üretici firmalar 3-8 yıl koruyuculuk olduğunu bildirmektedirler. En sık kullanılan 380 mikrogram bakır içeren T biçimli RİA’lar ilk çıktıkları zamanlarda 5 yıl koruyucu oldukları bildirilmişti. Daha sonra yapılan çalışmalarda bu süre 8 yıl hatta 10 yıl olarak belirlenmiştir. Piyasada çok çeşitli RİA’lar bulunmaktadır. RİA için başvuran kadınların önemli bir kısmının endişesi takılacak RİA’nın yerli mi yoksa ithal mi olduğudur. Halbuki halen üretilen yerli RİA mevcut değildir, tüm RİA’lar ithaldir ve etkinlik açısından birbirlerine üstünlükleri yoktur.
RİA’nın avantajları ve dezavantajları nelerdir?
RİA’nın en önemli avantajı, “taktır ve unut” olarak özetlenebilir.
Takma bazı sorunlu durumlar dışında kolaydır ve hastada ciddi bir rahatsızlık ya da ağrı oluşturmaz. Çıkarma ise son derece kolaydır. İpinden çekilerek çıkartılır. İpinin görünmediği bazı nadir durumlarda çıkarma işlemi biraz zor olsa da takma ve çıkarma işlemleri genelde ciddi bir cerrahi müdahale olarak kabul edilmez.
Hastaya RİA takıldıktan sonra yerleştirilen RİA’nın özelliğine göre yıllar boyunca oldukça etkili bir korunma sağlar. Güvenilirliği yüksektir, RİA kullanan kadınlarda 1 yıl sonunda gebelik riski 1000’de 6-8’dir.
Acil koruma amaçlı kullanılabilir.
Takıldığı zaman koruma hemen başlar. Geri dönüşümlüdür ve çıkarıldığı zaman hemen gebelik oluşabilir.
Normal RİA’ların doğum kontrol hapları gibi ek yararları pek yoktur. Rahim içi yapışıklıklar nedeniyle ameliyat yapılan hastalarda tekrar yapışmayı önlemek amacıyla kullanılabilir.
Spirallerin en çok endişe edilen dezavantajı enfeksiyonlara yatkınlık yaratmalarıdır. Ancak uygun kişilere ve sterilizasyon kurallarına uygun takıldıklarında enfeksiyona nadiren neden olurlar.
Diğer bir dezavantaj da adet miktarını ve süresini artırmasıdır. Ayrıca, adetlerde sancıya neden olabilirler. Bazı ağrı kesiciler ağrıları azaltma yanında kanama miktarını azaltmada da faydalı olabilir.
RİA kimlerde tercih edilebilir, kimler için sakıncalıdır?
Doğum kontrol hapı, aylık iğneler, prezervatif gibi dikkat ve takip gerektiren yöntemleri kullanmak istemeyen kadınlar için uygun bir yöntemdir (taktır ve unut). İleri yaş ve sigara kullanımı, gibi hormonal yöntemlerin uygun olmadığı hastalar da tercih edebilir. Emziren annelere rahatlıkla uygulanabilir. Bir kullanım amacı da acil kontrasepsiyondur, yani korunmasız ilişki sonrası erken dönemde takıldığında gebeliğin rahme yerleşmesini engelleyebilir.
Acil kontrasepsiyon amacıyla kullanılsa da bilinen ya da şüphe edilen bir gebelik varlığında uygulanmamalıdır. RİA uygulamasının sakıncalı olduğu diğer durumlar:
Tanısı konmamış anormal vajinal kanama olması
Genital enfeksiyonu ve cinsel temasla bulaşan hastalığı olanlar (tedaviden sonra takılabilir)
Bilinen ya da şüphe edilen serviks veya endometriyum kanseri olması, anormal smear testi olması
Bağışıklık yetmezliği, AİDS, Lösemi gibi enfeksiyonlara duyarlılığa neden olan sistemik hastalıkların varlığı
Rahimde anatomik anormallikler olması (çift rahim, bölmeli rahim, küçük ve kısa rahim, rahim ağzı darlığı)
Bilinen bakır alerjisi olması
Diatermi (ısı tedavisi) uygulanması (tedavi sırasında ısınan bakır endometriyumda hasara neden olabilir)
Vücutta tehlikeli miktarlarda bakır birikimi ile karakterize, nadir görülen genetik geçişli bir hastalık olan Wilson Sendromu varlığı
Sakıncalı olmasa da gerekli önlemler altında kullanılması gereken durumlar da vardır.
Örneğin adet kanamaları fazla olan kadınlarda adet miktarlarını daha da artırabileceğinden normal RİA’ların tercih edilmemesinde fayda olabilir. Sancılı adet görenlerde de tercih edilmez.
Miyom RİA için kesin bir sakınca oluşturmaz ancak rahim içine doğru büyüyen bazı Miyomlar rahmin iç boşluğunun anatomik yapısının bozulmasına neden olur, bu nedenle önerilmez.
Bakteriyel endokardit için yüksek risk grubunda olan kalp kapakçık hastalarında tercih edilmez veya gerekli önlemler altında RİA kullanabilirler.
Doğurmamış kadınlarda bilimsel olarak RİA takılmasının sakıncalı olduğu gösterilememiş olsa da bir çok doktor doğurmamış kadınlarda RİA takılmasını önermez.
RİA ne zaman takılır?
RİA takılması planlanan hastanın önceden mutlaka muayenesinin yapılması gerekir. Enfeksiyon olup olmadığını değerlendirebilmek için muayenenin adetsiz dönemde yapılması tercih edilir. RİA aslında herhangi bir dönemde takılabilir ancak, genellikle adet döneminde takılması tercih edilir. Bunun en önemli nedeni bu şekilde gebeliğin olmadığından emin olunmasıdır. Ancak, hasta adetini her zamanki adetinden farklı görmüşse o zaman bunu nedeni açıklanmamış anormal bir kanama olarak kabul etmeli ve bir problem olup olmadığı araştırılmalıdır. Adet döneminin tercih edilmesinin diğer bir nedeni de rahim ağzının adet sırasında nispeten daha açık olduğu ve takma işleminin daha kolay olacağı düşüncesidir.
RİA doğum sonrası, düşük/kürtaj sonrası da güvenle takılabilir. Doğumu takiben 48 saat içinde RİA takılabilir ancak bu uygulama daha çok hastaların sağlık hizmetlerine ulaşma şansının düşük olduğu bölgelerde yapılır. Yapıldığı zaman da plasenta çıktıktan sonraki 10 dk içinde takılması önerilir. Doğumun hemen sonrası takıldığında rahmin delinmesi ve RİA’nın rahim dışına atılması riski vardır. Bu nedenle, çoğu hekim doğumdan 6 hafta sonra takmayı tercih eder.
RİA’sı olanların dikkat etmesi gereken durumlar
RİA takıldıktan sonra:
Hafif kramp tarzında ağrılar olabilir. Bunlar normaldir ve geçicidir. İlk birkaç ay adet kanamaları fazla miktarda ve ağrılı olabilir ancak zaman içinde bu durum azalabilir.
İlk birkaç ay adet aralarında lekelenme tarzında kanamalar olabilir. Adet kanamalarının 7-10 güne kadar sürmesi normaldir.
Kontroller:
İlk kontrol RİA takıldıktan sonraki ilk adet sonrasında yapılır. Bu kontrolde; spiralin yerinde olup olmadığı, herhangi bir enfeksiyon bulunup bulunmadığı ve RİA ile ilgili bir probleminiz olup olmadığı değerlendirilir. Aşağıdaki acil durumlar olmadığı sürece her kadın için geçerli olduğu gibi yılda bir yapılan jinekolojik muayene yeterlidir.
Bazen rahim takılan spirali dışarıya atabilir. Bu durum doğum yapmamışlarda daha sıktır. En sık RİA kullanımın ilk 3 ayında görülür. Çoğunlukla fark edilir ancak bazen hissedilmeyebilir. Bu nedenle her zaman dikkatli olmalı her tuvalete gittiğinizde çamaşırınızı ve petinizi kontrol etmelisiniz.
Bazen de RİA tam olarak dışarı atılmaz ama yerinden kayabilir. Bu durumda da etkinliği azalır.RİA’nın yerinden kayması bazen kendisini kasık ağrısı ile gösterebilir ancak çoğu zaman herhangi bir şikayet vermez. Bu nedenle, hiç bir şikayeti olmasa da RİA taktırmış her kadının yılda bir jinekolojik muayeneden geçmesi şarttır.
Acil durumlar:
Anormal vajinal kanamalar, şiddetli sancılı adet veya ara kanamaları
Adet gecikmesi
Şiddetli kasık ağrısı veya kramplar
Açıklanamayan ateş ve titreme
Kötü kokulu akıntı, adetlerde veya ilişki sonrası koku hissetme
RİA’nın ilişki sırasında eş tarafından hissedilmesi (normalde hissedilmez, hissediliyorsa RİA yerinden kaymış olabilir).
RİA kısırlık yapar mı?
RİA direkt olarak kısırlık yapmaz. Ancak, RİA kullanımı az da olsa genital enfeksiyon riskini artırır. Genital enfeksiyon da, özellikle tüp ve yumurtalıkları tutan gonore (bel soğukluğu) ve klamidya enfeksiyonları söz konusu ise, karın içi yapışıklıklar yaparak kısırlığa neden olabilir. RİA genital enfeksiyonlar için koruyucu bir yöntem değildir. Doğum kontrol hapları da genital enfeksiyona karşı koruyucu değildir ama enfeksiyonun tüp ve yumurtalıklara geçmesine karşı koruyucudur. Hap kullanan kadınlarda enfeksiyon daha çok vajina ve servikste sınırlı kalır. RİA’da ise bu şekilde bir koruyuculuk olmadığından, RİA kullanan kadınlar bu tür enfeksiyonları geçirme riski taşır. Bu yüzden, birden fazla partneri olan ve cinsel temasla bulaşan enfeksiyon için risk taşıyan kadınlar için RİA tercih edilmez. Yine benzer sebeple daha önce doğum yapmamış kadınlarda bir çok hekim RİA kullanımını tercih etmez ama eğer hastanın hap kullanmasına engel bir durumu varsa doğum yapmamış kadınlara da RİA takılabilir.
RİA varken gebelik olursa ne olur?
RİA normal yerinde olmasına karşın 1 yıl boyunca kullanımda binde 6-8 olguda gebelik riski taşır. Bunun dışındaki gebelik olgularının çoğu RİA’nın normal yerinde bulunmaması ve dolayısıyla etkinliğinin azalması nedeniyle oluşan gebeliklerdir.
RİA taktırmış kadınlarda gebelik saptanırsa öncelikle bunun normal rahim için bir gebelik mi yoksa dış gebelik mi olduğu ultrasonla tespit edilmelidir. RİA dış gebelik şansını arttırmaz. Gebelik oluşumunu azalttığı için dış gebelik de genel olarak toplumdakinden daha azdır. Ancak, RİA varken gebelik oluşmuşsa bunun dış gebelik olma şansı daha fazladır.
RİA ve gebeliğin olduğu durumlarda öncelikle ailenin tercihi önemlidir. Eğer, aile bu gebeliğin devamını istemiyorsa o zaman sorun yoktur. RİA çıkarılır ve kürtaj yapılır. Ancak, bazen hasta gebelik istemediği için RİA taktırmış olsa da gebeliğin oluştuğu durumda gebeliğin devamını isteyebilir. Bu durumda, 2 seçenek vardır. RİA’yı çıkartmadan gebeliğin devamına izin vermek ve RİA’yı çıkartmak... RİA’nın çıkartılmaması durumunda enfeksiyon ve enfeksiyonun kana karışmasına bağlı hastanın şoka girmesine neden olabilme riski taşır. Bu nedenle, eğer ipi görünüyorsa ve gebelik 3 aydan küçük ise RİA çıkartılır. RİA’nın çıkartılması düşük riski taşır ancak RİA çıkartılmazsa da bu risk vardır ayrıca septik şok gibi ciddi riskler de taşıdığından düşük riski göze alınır. Eğer, gebelik 13 haftadan büyükse ya da RİA’nın ipi görülmüyorsa o zaman RİA çıkartılmayabilir.
Hormonlu Rahim İçi Araçların Avantaj/Dezavantajı
Normal RİA’ların en önemli yan etkileri adet kanamalarının fazla olması ve adet sancılarıdır. Bu nedenle, kadınların bir kısmı yöntemi terk etmekte veya hiç kullanamamaktadır.
Bu sakıncaların giderilmesi ve bazı ek faydaların sağlanması amacıyla hormon içeren RİA’lar kullanıma sunulmuştur. Bu RİA’larda bulunan hormon progesterondur. RİA’ya progesteron eklenerek hem RİA’nın hem de progesteronun koruyucu etkilerinden faydalanılmak istenmiştir. RİA’nın sperm öldürücü ve gebeliğin rahme yerleşmesini önleyici etkilerinin yanı sıra progesteronun yumurtlamayı baskılayıcı, serviksteki salgının yoğunlaşması sonucu sperm geçişinin önlenmesi, tüplerin hareketini azaltması sonucu gebeliğin oluşmasını ve rahme yerleşmesi şansını azaltması gibi etkiler progesteronlu RİA’ların etki mekanizmasını oluşturur.
Progesteron’lu RİA son bir kaç yıldır Türkiye’de “Mirena” ismiyle bulunmaktadır. Mirena RİA’ların tüm avantajlarını taşır buna karşın adet kanamasını artırmadığı gibi aşırı adet kanaması, rahim iç zarının kalınlaşması (endometriyal hiperplazi) olan kadınlarda tedavi amaçlı da kullanılabilir. Ayrıca, adet sancılarını da azaltır. Etkisini lokal olarak direkt rahimde gösterdiği için progesteron içeren 3 aylık iğne (Depo-provera) ve cilt altı implantlar (Norplant, İmplanon) gibi yöntemlerin sistemik yan etkileri daha az görülür. Anormal kanamalar bu yöntemlerin en sık yan etkisidir. Mirena da bu tür yan etkilere yol açabilir ancak, daha az rahatsızlık verici boyutlardadır. Adet kanamaları %90 olguda azalır. Mirena takılan kadınların %20’sinde bir yıl sonunda adet kesilir. Bu bazı kadınlar için endişe verici olsa da aslında adet ve buna bağlı birçok sorunu ortadan kaldırdığı için bazı kadınlar için tercih sebebi de olabilir.
Mirena uygulaması normal RİA’lara benzer. Uygulama için adet kanamasının olduğu günler tercih edilir. Normal RİA’lara göre biraz daha kalın bir sistem olduğu için takılma işlemi biraz daha zor olabilir hatta bazen anestezi gerektirebilir.
En önemli dezavantajlarından biri de sistemin normal RİA’lara göre daha pahalı olmasıdır. Koruyuculuk süresi 5 yıldır ve beş yıldan sonra değiştirilmelidir. İlk bakışta pahalı gibi görünse de normal RİA’larla değil de örneğin doğum kontrol haplarının aylık maliyetleri ile karşılaştırıldığında gerçekte pahalı bir yöntem olmadığı görülebilir.

AİLE PLANLAMASI

HORMONAL DOĞUM KONTROL YÖNTEMLERİ

DOĞUM KONTROL HAPLARI
Doğum kontrol hapları, esas olarak ovulasyonu (yumurtlama sürecini) baskılayarak gebelik oluşmasını önlerler. Ayrıca; rahim ağzı salgısının kıvamını arttırarak spermlerin rahme geçişini engeller, Fallop tüplerinin hareketlerini azaltırlar ve rahim içi zarını (endometriyum) incelterek yuvalanma (implantasyon) olayının önüne geçerler. İdeal ve düzenli kullanımda gebelik oranları binde bire kadar azalabilmektedir. Oluşan gebelik olguları daha çok hapın düzensiz ve yanlış kullanımı ile ilgilidir. Ayrıca, kullanılan bazı ilaçlar da hapların etkinliğini azaltabilmektedir.
İki çeşit ağızdan alınan doğum kontrol hapı (DKH) vardır. Birinci ve en sık kullanılanı ve hatta DKH dendiğinde herkes tarafından anlaşılanı kombine doğum kontrol hapları’dır. Bunlarda, yumurtalıklardan salgılanan temel hormonlar olan estrojen ve progesteron hormonları sabit oranlarda bulunur.
Diğer doğum kontrol hapı türü ise sadece progesteron içeren doğum kontrol haplarıdır (Minipill). Bunlarda yumurtlamanın baskılanması daha azdır, daha çok döl kanallarında yumurta ve sperm hücrelerinin döl kanallarında geçişini engelleyerek fonksiyon yaparlar. Sadece, progesteronlu haplar sık kullanılmazlar ve kombine DKH’ları kadar güvenilir değildir. Şaşmadan hep aynı saatte alınması gerekir. Tek avantajları emziren annelerde süt miktarını azaltmadığı için kullanılabilmeleridir. Bu nedenle, konunun bundan sonraki bölümlerinde doğum kontrol hapı dediğimizde sadece kombine DKH’lar anlaşılmalıdır. Doğum kontrol hapları tıbbi dilde “oral kontraseptifler” olarak adlandırılırlar.
Nasıl Kullanılır?
DKH’ların çoğunda 21 hap bulunur. Bunların, klasik kullanım şeması “21 gün kullan, 7 gün ara ver” şeklindedir. Bu 7 günlük arada, son haptan 2-4 gün sonra adet kanaması olur. Bazı haplarda ise 28 hap bulunur. Bunlarda ise hiç ara vermeden yeni kutuya başlanır. İçinde 28 hap bulunan DKH’ların 21 hapında hormon bulunurken son 7 hapta aktif madde bulunmaz veya demir bulunur. Bu tip haplarda son 7 hap kullanılırken adet görülür.
DKH’ları ilk aydan itibaren korumaya başlar. Ancak, ilk ayda adetin 5. gününden önce başlanmalıdır. Eğer, daha geç başlanırsa o ay gelişen yumurta otonomi kazanacağından hap başlanmasına rağmen yumurta gelişir ve korunma olmayabilir. Bu nedenle, güvenilirlik sınırları içinde ilk 3 günde başlandığı taktirde ilk ay da koruduğu kabul edilir. İlk aydan sonraki aylarda adetin kaçıncı günü olduğuna bakılmaksızın 1 hafta ara verdikten sonra yeni kutuya başlanır.
Hap, sadece progesteron içeren haplar kadar kesin kural olmamakla birlikte mümkün olduğu kadar aynı saatlerde alınmalıdır. Sabah ya da akşam alınması, aç ya da tok olunması etkinlik açısından fark etmez ancak, olası mide şikayetlerini azaltmak için tok kullanılması tercih edilir. Önemli olan sabah alınıyorsa sabah, akşam alınıyorsa akşam unutmadan hapı almaktır.
Her gün bir hap kullanılır. Kutuların hemen hemen tamamının içinde şaşırmayı engellemek için günler işaretlidir. O güne denk gelen hap alındığı sürece şaşırmadan almak mümkündür. Eğer, hap alınması gereken zamanda alınmamış ve unutulmuşsa gün içinde akla gelir gelmez alınmalıdır. Gün içinde alınması tamamen unutulmuşsa ertesi gün unutulan hap ve o günün hapı alınmalıdır. Eğer 2 gün alınması unutulmuşsa takip eden 2 gün ikişer ikişer alınmalı sonra yine birer birer almaya devem edilmelidir. Yalnız 2 gün unutulduğu durumda hapa devam etmekle birlikte o ay koruyucu olmayabileceğinden başka bir yöntemle (örneğin kondom) ek korunma sağlanmalıdır. Üç gün veya daha fazla unutulması durumunda o kutu bırakılmalı ve yeni kutuya başlanmalıdır. Daha iyi anlatabilmek için; örneğin Pazartesi hap alınması unutulduysa Salı 2 hap alınmalı Çarşambadan itibaren kutudaki gün yakalanmış olacağından normal şekilde almaya devam edilmelidir. Eğer, hem Pazartesi hem de Salı alınması unutulmuşsa; Çarşamba 2 tane, Perşembe 2 tane alındığında Cuma günü’nden itibaren birer birer alınabilir ancak, daha önce söylenildiği gibi bu durumda ek bir yöntemle korunmalıdır.
Bazı ilaçlar doğum kontrol haplarının etkinliğini azaltıp gebeliklere yol açabilir ya da doğum kontrol hapı bazı ilaçların etkinliğini artırıp istenmeyen yan etkilere yol açabilir. Bu nedenle, herhangi bir ilaç kullanacağınız zaman doktorunuza danışmalı gerekiyorsa ek bir korunma yöntemi de kullanmalısınız...
DKH’ların Yan Etkileri Nelerdir?
DKH, yan etkileri aslında yaygın inanışın aksine çok fazla değildir. DKH’lar ilk kez kullanıma girdiğinde içerdikleri hormon miktarları çok yüksekti. Yüksek doz bu haplarda yan etkilerin fazla oluşu DKH’lar ile ilgili yanlış düşüncelerin yerleşmesine neden olmuştur. Maalesef eski yüksek doz hapların yan etkilerinin yarattığı olumsuz ve haksız ön yargı günümüzde de halen devam etmektedir. Aslında DKH kullanan kadınların %80'inden fazlasında herhangi bir yan etki ortaya çıkmamaktadır.
İlk haplardaki progesteron türevleri erkeklik hormonu olan testosterona benzer kimyasal yapıda olduğundan tüylenme, akne gibi yan etkilere sahipti. Yeni nesil DKH’larında kullanılan progesteron türevlerinde bu yan etkiler bulunmamaktadır.
İlk haplarda estrojen hormonu da şimdiki haplardakinin 3-4 katı dozlarda idi ve bu da fazlaca yan etkilere yol açabilmekteydi. Estrojene ait bulantı ve kusma gibi yan etkiler daha sıktı ancak daha da önemlisi yüksek doz estrojenin damarlarda pıhtılaşmaya yol açma riski daha fazla idi. Yeni nesil haplarda estrojen dozu çok daha düşüktür bu nedenle yan etkiler belirgin oranda azaltılmıştır.
Ayrıca, eski yüksek doz haplarla ortaya çıkabilen hipertansiyon ve şeker hastalığı gibi durumlar da düşük doz hapların kullanımında görülmemektedir.
Lekelenme
Düşük doz estrojen rahim iç zarının yeterince gelişmesini sağlayamadığından lekelenme şeklindeki kanamalar bunlarla daha fazla (%10-30) olmaktadır. Bu durum 3-4 ay sonra çok daha azalır (%1-10). Bu nedenle, ara kanama ya da lekelenme ortaya çıktığında doktorunuzu bilgilendirdikten sonra hapa devam etmeniz uygundur. Eğer kanama sizi çok rahatsız edecek boyutta ise doktorunuza başvurmanızda fayda vardır. Doktorunuz hapınızı değiştirebilir veya başka haplar ekleyerek kanamanızın kesilmesini sağlayabilir.
Bulantı ve kusma
İlk 1-2 ayda bulantı ve hatta bazen kusma görülebilir. Tok karnına kullanıldığında bu şikayetler daha az görülür. Genelde, bir süre sonra şikayetler kendiliğinden geçer.
Kilo Alma
En çok korkulan ve sorulan durumlardandır. Aslında DKH içindeki progesteronlar iştah açılmasına neden olabilse de yeni jenerasyon haplarda bu etki minimaldir. Ayrıca, vücutta bir miktar su toplanmasına (ödem) neden olarak kilonun bir miktar artmasına neden olabilir. DKH kullananlarda ortalama kilo artışı 2-2,5 kg’dan fazla değildir. Hatta, bazı kadınlar hapı kullanırken kilo verdiklerini ifade etmektedirler.
Baş ağrısı
Bazı kadınlarda DKH ile baş ağrısı ortaya çıkabilir. Hap kullanımına devam ederken ortaya çıkan ve ağrı kesicilerle geçmeyen ağrı olursa doktorunuzla görüşmeli ve hap kesilmelidir.
Memelerde hassasiyet
Memelerde gerginlik ve hassasiyet de sık karşılaşılan ancak birkaç ayda kendiliğinden kaybolan bir yan etkidir. Eğer, kaybolmuyorsa doktorunuza başvurmalısınız.
Ruhsal değişiklikler
Bazı kadınlarda sinirlilik, anksiyete ve hatta depresyon görülebilir. Çoğu zaman ilacın değiştirilmesi faydalı olur. Buna rağmen şikayetler devam ediyorsa hap kesilmeli ve gözlenmelidir. Eğer, hapın kesilmesine rağmen şikayetler devam ediyorsa hastada altta yatan bir psikolojik durum söz konusu olabilir bu açıdan değerlendirilmelidir.
Cinsel istekte azalma
Bazı kadınlar cinsel isteklerinin (libido) azalmasından şikayetçi olabilirler. Bazı kadınlarda da gebelik riskinin ortadan kalkmasına bağlı psikolojik olarak libido artabilir. Cinsel isteğin azalması rahatsızlık verici boyutlarda olursa farklı progesteron içeren (testosteron benzeri etkileri daha fazla olan) haplara geçmek faydalı olabilir.
Bazı kadınlarda ise kullanılan DKH vajinal kuruluğa neden olup cinsel ilişki sırasında rahatsızlık verebilir. Hapın değiştirilmesi ya da kayganlaştırıcı maddelerin kullanılması sorunu çözebilir.
Ciltte renk değişikliği
Gebelikte görülen gebelik maskesi de denilen duruma benzer cilt renginin koyulaşması bazen görülebilir. Estrojene bağlı bir yakınmadır ve yeni nesil düşük doz estrojen içeren haplarda bu şikayet daha az görülür. Güneşe direkt maruz kalma şikayeti artırabilir. Bu nedenle, güneşlenirken koruyucu kremlerin kullanılması uygundur. Bu durum ortaya çıktığında hapın kesilmesinde yarar vardır.
Adet miktarının azalması ve adet görmeme
DKH kullananların büyük bir kısmında adet miktarı azalır. Aslında bu faydalı bir etkidir. Ve kadınlarda sık görülen kansızlığın azalmasında yararlıdır. Hatta sebebi bilinmeyen aşırı adet görme durumlarında tedavi amaçlı DKH verilmektedir.
Bazen adet miktarındaki azalma daha da fazla olabilir ve sadece lekelenme şeklinde adet görme ya da hiç adet görmeme de söz konusu olabilir. Bu durum da aslında zararlı bir durum değildir ancak psikolojik olarak kadınları rahatsız edebilir. Halk arasında adet kanının kirli kan olduğu ve mutlaka atılması gerektiği şeklinde yanlış bir inanç vardır. Niye adet görürüz başlığı altında anlatıldığı gibi bu kesinlikle doğru değildir. Adet görme sadece rahim iç zarının (endometriyum) estrojen tarafından uyarılması ve kalınlaşması ile ilişkilidir. Endometriyumu uyaran estrojen miktarı az ise kanama da az olacaktır.
DKH kullanırken adet görmeyen kadınların bir başka endişesi bunun ileride gebe kalmalarını engellemesidir ki bu da doğru değildir. Hap kesildikten sonra kadının hormonları devreye girer ve yumurtlama başlar.
Tabii ki adet görmeme durumunda akla gelmesi gereken bir durum da gebelik olasılığıdır. Özellikle, ilk kez adet görülmemesi durumunda test yaptırılmalıdır. Ancak, düzenli kullanıldığından emin olunduğu sürece sonraki aylarda test yapılması gereksizdir.
Doğum kontrol hapının rahmin içini döşeyen ve her adet kanaması ile birlikte atılan endometriyum tabakasında incelmeye neden olduğunu belirtmiştik. Bazı kadınlarda progesteronun etkisi o kadar hakim olur ki endometriyumda kanama yaratacak kadar dahi kalınlaşma olmaz. Bu nedenle kişi hap alımına ara verilen 7 günlük dönemde adet kanaması görmez.
Hap Sonrası Adetten Kesilme
Bazı kadınlarda hap kesildikten sonra bir süre adet görülmeyebilir. Bu tıbbi literatürde “post-pill amenore” olarak da adlandırılır. Nadiren 6 aya kadar uzayabilir ancak, çoğu zaman kendiliğinden düzelir. Genellikle, altta yatan hormonal bozuklukların varlığında ortaya çıkar. İstenen gebeliğin bir süre gecikmesi dışında zararı yoktur.
Pıhtılaşma Riski
Tromboflebit ve emboli (pıhtı atma) DKH’ların nadir görülen ancak en ciddi riskidir. Yeni nesil düşük dozlu haplarda bu risk daha azdır. Sağlıklı, önceden bir rahatsızlığı olmayanlarda bu risk ihmal edilebilir düzeylerdedir. Görüldüğü hastalarda genellikle altta yatan ama fark edilmemiş genetik bir pıhtılaşma anormalliği bulunur.
İleri yaş ve sigara içilmesi kendi başlarına damarlarda pıhtı oluşum riskini artıran risk faktörleri olduğundan 35 yaş üstü sigara içen kadınlarda DKH kullanılması önerilmez. Ancak, sigara içmeyenlerde 40 yaşına kadar (hatta bazılarınca 40 yaşından sonra da) DKH kullanılabilir.
Kanser riski
DKH, serviks (rahim ağzı) kanseri riskini artırır ancak bu artışın doğum kontrol hapından değil de bu hastaların cinsel aktivitelerinden kaynaklandığı düşünülmektedir. DKH kullanan kadınların (aslında cinsel yönden aktif tüm kadınların) düzenli smear testi yaptırmaları gerekir. Çok nadir görülse de karaciğer tümörü riskini artırdığı bazı çalışmalarda iddia edilmiştir. Bu nedenle, kontrollerde karaciğer fonksiyonlarına da bakmak gerekebilir.
Safra Kesesi Hastalıkları
Safra taşı oluşumu ve safra kesesi iltihabı riskini artırabilir.
Hangi Hapı Kullanmalıyım?
DKH’ları ortak özellikleri dışında içerdikleri hormonların kimyasal özelliklerine göre farklılıklar gösterir. Her hap her kadın için uygun olmayabilir. Bu nedenle, doktor önerisi olmadan eş-dostun önerileriyle hap kullanmak yanlış bir yaklaşımdır. Hap kullanmak istemi ile doktorunuza başvurduğunuzda doktorunuz, sizin jinekolojik muayenenizi yapacak ve özgeçmişinizi de sorgulayarak size uygun hapın hangisi olduğu konusunda sizi bilgilendirecektir. Ayrıca, şüpheli durumlarda yapılacak tetkiklerle hap kullanıp kullanamayacağınızı da değerlendirecektir. Özgeçmişinde ve muayenesinde şüpheli bir durum bulunmayan sağlıklı kadınlarda rutin kan tetkikleri yapmak şart değildir.
Hapların avantajları ve dezavantajları nelerdir?
Doğum kontrol haplarının en önemli avantajları; düzenli kullanıldığı taktirde çok yüksek etkinliğe sahip olması, yan etki oranının düşük olması ve geri dönüşlü bir yöntem olması. Ayrıca, gebelikten korunma dışında çeşitli olumlu etkileri de vardır.
- Adet düzensizliklerini düzeltir ve düzenli adet görmeyi sağlar.
- Adet miktarını ve süresini azaltır dolayısıyla kansızlık (anemi) riskini azaltır.
- Adet sancılarını azaltır.
- Bazı kadınlarda görülen ve yumurtlama (ovulasyon) sırasında görülen ağrıları azaltır.
- Rahim iç zarı (endometriyum), yumurtalık ve kalın barsak (kolon) kanserlerini azaltır.
- Premenstrüel sendromuna (adet öncesi gerginlik sendromu) ait yakınmaları azaltır.
- Endometriozis ve buna bağlı sancıları azaltır.
- Yumurtalık kisti oluşumunu azaltır.
- Bilinenin aksine sivilcelenme ve tüylenmeyi azaltır ve bu yakınması olan bazı hastalarda tedavi amaçlı kullanılabilir.
- Pelvik iltihabi hastalık olarak adlandırılan ve yumurtalıklar ve Fallop tüplerini tutan, tedavi edilmediği taktirde kısırlığa yol açabilen enfeksiyonların oluşumunu azaltır.
- Fibrokistik hastalık ve fibroadenom gibi iyi huylu meme hastalıklarının görülme riskini azaltır.
- Eklem romatizması görülme riskini azaltır.
- Adet kanamasının zamanının ayarlanabilmesine fırsat verir. Adet kanaması istenmeyen bir güne denk gelecekse hap kullanımına ara vermeden devam ederek bu dönem atlatılabilir.
- Adet düzensizliği, polikistik over sendromu, tüylenme ve sivilcelenme, adet sancıları, endometriozis, adet öncesi gerginlik sendromu ve yumurtalık kistleri gibi çeşitli hastalıklarda tedavi amaçlı da kullanılabilir.
En önemli dezavantajı ise, yöntemin başarısının kişinin kullanımına bağlı olması ve yüksek oranda hasta uyumu gerektirmesidir. Hap her gün düzenli alınmalıdır. Bazı hastalar ağızdan ilaç almayı sevmemekte ve özellikle dalgın kişilerde hap unutulabilmektedir. Bunlarda hap kullanımı için tıbbi bir sakınca olmamasına rağmen bu özelliklerinden dolayı DKH uygun bir yöntem olmayabilir. Cinsel yönden bulaşabilen hastalıklara karşı etkili bir koruma sağlamaması özellikle çok eşli kişiler için bir dezavantaj olarak kabul edilebilir. Emziren anneler için kombine (içinde estrojen içeren) hapların kullanımı süt miktarını azalttığı için önerilmez ancak bunlarda hap kullanılmak istenirse sadece progesteron içeren haplar (Minipill) kullanılabilir.
DKH Kimler İçin Kesinlikle Sakıncalıdır?
Bu hastalarda doğum kontrol hapının zararlı etkileri kesin olduğu için kesinlikle kullanılmamalıdır.
Bilinen ya da şüphe edilen gebelik varlığı
Tromboflebit (damar içi iltihabı), Tromboemboli (damar içi pıhtı oluşumu), serebrovasküler hastalık (beyin damarlarında pıhtı) ve inme öyküsü olanlarda
Koroner kalp hastalığı iskemik kalp hastalığı öyküsü
35 yaş üzerinde olan ve sigara içen kadınlarda,
Bilinen veya şüpheli meme kanseri durumunda,
Aktif karaciğer hastalığı olanlarda (karaciğer fonksiyon testleri normale dönenlerde kullanılabilir)
Tanısı konmamış adet düzensizlikleri
DKH Kimler İçin Göreceli Olarak Sakıncalıdır?
Bu hastalarda DKH hapının zararlı etkileri olup olmadığı kesin değildir veya tıbbi olarak kesin kanıtlanmamış olsa da teorik olarak risk taşırlar. Bu hastalar mümkünse başka bir yöntem ile korunmalıdır. Ancak, klinik değerlendirme sonrası (başka ve daha uygun bir korunma yöntemi yoksa) hastanın onayı ile dikkatli şekilde kullanılabilir.
Migren
Hipertansiyon (35 yaş altı tansiyonu ilaçla kontrol altında olanlar kullanabilir)
Şeker hastalığı (35 yaş altı kan şekeri kontrol altında olanlar kullanabilir)
Miyom? (Düşük dozlu yeni nesil hapların kullanımı sakıncalı değildir)
Depresyon
Epilepsi (sara) (Nöbet riskini artırmaz ama epilepside kullanılan ilaçların bir kısmı DKH etkisini azaltabilir)
Safra kesesi hastalığı
Gebelikte safra kanallarının tıkanmasına bağlı sarılık geçirilmiş olması
Orak hücreli anemi (Taşıyıcılar için risk yoktur ama hastalığı olanlarda teorik risk vardır)
Kanda trigliserid yüksekliği ve ailevi lipid metabolizma bozuklukları
Ameliyat sırasında damarlarda pıhtılaşma mekanizmasında değişikliklere yol açabileceğinden ameliyattan 4 hafta önce kesilmelidir.
Emzirme sırasında sütün miktarını azalttığı için önerilmez.
Hap kullanımı öncesinde ve takiplerde neler yapılır?
Hap kullanmayı düşünen tüm kadınların öncelikle bir jinekolog tarafından muayene edilmesi, gerektiği taktirde bazı tetkiklerin yapılması ve bu değerlendirmelerden sonra doktorun önereceği hapın kullanılması esastır. Tüm kadınların senede bir kez jinekolojik muayeneden geçmesi gerekir. Bu nedenle, ister doğum kontrol hapı olsun ister rahim içi araç (spiral) olsun tüm kadınlar yılda bir kez hiç bir şikayeti olmasa da jinekolojik kontrolden geçmelidir. Hap kullanan kadınlarda muayene ve hastanın öyküsü bir herhangi bir riske işaret ederse detaylı değerlendirme yapılmalıdır. Yüksek doz kullanan ya da yüksek risk grubunda olan kadınlar ise tercihan 6 ayda bir kontrol edilmelidir.
Genellikle DKH kullanımının ilk kez önerildiği hastalar hap ile ilgili yakınmaların ve muhtemel yan etkilerin değerlendirilmesi, hap kullanımı ile ilgili yanlış anlaşılmaların saptanması için hapa başladıktan 2-3 ay sonra kontrole çağırılır. Bu kontrolde herhangi bir sorun yoksa tüm kadınlarda olması gerektiği gibi yılda bir kez kontrol yeterlidir. Bu değerlendirmeler sırasında rutin laboratuar tetkikleri gereksizdir, ancak şüphelenildiği taktirde veya hasta risk grubunda ise yapılır.
DKH ile ilgili efsaneler (yanlış bilinenler) ve gerçekler
Hapların Yan Etkileri Fazladır
Her ilaçta olduğu gibi hapların da tabii ki yan etkileri vardır ama bu etkilerin çoğu ciddi bir risk oluşturmayan basit yan etkilerdir. Ciddi risk olabilecek durumlarda da risk artışı aslında çok minimal düzeylerde olduğundan fayda-zarar dengesi göz önüne alındığında rahatlıkla göz ardı edilebilir.
DKH kısırlık yapar
Doğum kontrol hapları ile ilgili yaşanan en büyük endişelerden biridir. Hap kullanımı sonrası gebe kalmada bazı hastalarda bir gecikme olabilir ama toplamda kısırlığı arttırdığına dair hiçbir bulgu ve kanıt yoktur. Hatta, DKH kesilmesinden sonraki ilk ayda gebelik olduğunda bunun ikiz gebelik olma şansı artar. Bu konudaki yanlış fikirlerin en önemli kaynağı zaten kısırlık sorunu olup da bunun bilinmediği hastalardır. Bu hastalarda hapı bıraktıkları zaman ortaya çıkan ve aslında zaten var olan kısırlık durumunda maalesef insanların aklına ilk gelen suçlu doğum kontrol hapı olduğundan halk arasında bu yanlış inancı silmek her zaman mümkün olmamaktadır.
Ayrıca, ilerleyen yaşla birlikte kadınların kısırlığa yol açan bir hastalıkla karşı karşıya kalma riski de artacağından ve yine ilerleyen yaşa birlikte gebe kalma potansiyeli de genel olarak azaldığından gebe kalamayan hastalar yine hapı suçlayacaklardır.
Sonuç olarak; insanların DKH ile kısırlık arasında ilişki kurmalarındaki temel neden psikolojik olarak kendilerini rahatlamak amacıyla ters giden olaylar karşısında bir suçlu bulma eğiliminde olmasıdır. Bu durumda ilk akla gelen suçlu DKH’dir.
ANCAK, YAPILAN KONTROLLÜ BİLİMSEL ÇALIŞMALARDA HAPIN KISIRLIK YAPTIĞINA DAİR HERHANGİ BİR VERİ ELDE EDİLMEMİŞTİR!!.
DKH kullananlar belli aralıklarla hapı kesip vücudunu dinlendirmelidir
Maalesef bu yanlışa bazı doktorlar da (çoğunlukla jinekolog olmayan) inanmaktadır. Ancak, bunun hiç bir mantığı ve bilimsel bir dayanağı yoktur. Dinlendirmek amacıyla hapı kesenlerin bir çoğu istenmeyen gebelik ve bu nedenle yapılan kürtajların riski ile karşı karşıya kalmaktadır.
DKH kanser yapar
Aslında DKH, yumurtalık kanseri ve rahim iç zarı (endometriyum) kanseri riskini azaltır. Buna karşın, en çok korkulan meme kanseri riski ile ilgili çelişkili yayınlar vardır. Pek çok araştırmacı OK kullanımının meme kanseri riskini arttırmadığını düşünmektedir. Yine, DKH kullananlarda rahim ağzı (serviks) kanseri riski arttığı bazı çalışmalarda­­ iddia edilmekle birlikte bu kanser cinsel ilişki ve birden fazla partner olması ile yakından ilişkili olduğundan bu faktörler kontrol altında tutularak yapılan çalışmalarda serviks kanseri riskinde artış saptanmamıştır. Yine karaciğer kanserine yol açtığı iddia edilmekle birlikte bu konuda da kontrollü çalışmalar olmadığından bu da şu an için bir spekülasyon olarak kabul edilebilir. Ayrıca, tüm bu kanserler için artış saptanan çalışmalarda saptanan risk artışı düşük, ihmal edilebilir düzeylerdedir.­
Hap şişmanlatır
İlk kullanıma sürülen eski jenerasyon DKH’larda progesteron içeriğinin özelliğinden dolayı iştah açıcı özellikler vardır. Ancak, yeni progesteron türevlerinin kullanıldığı yeni jenerasyon haplarda bu özellik büyük oranda giderilmiştir. Hatta, bazı kadınlar hap kullanmaya başladıktan sonra kilo alırken bazıları da verdiklerini belirtmektedirler. Yine burada, psikolojik faktörler devreye girmektedir. Yaşın ilerlemesi zaten tek başına kilo alımı için bir risktir ve bu nedenle kilo alan ve tesadüfen hap kullanan hastaların ilk suçladıkları her zaman DKH olmuştur. Kontrollü çalışmalarda DKH bağlı kilo artışı 2-2,5 kg’dan fazla bulunmamıştır. Son jenerasyon haplarda bu artış da gösterilememiştir.
Hap tüylenmede artışa neden olur
Bu inanış da, ilk kullanıma giren haplardaki progesteron türevlerinin erkeklik hormonu olan testosterona benzer kimyasal yapıda olması ve buna bağlı tüylenme, akne (sivilce) gibi yan etkilere sahip olmasından kaynaklanmaktadır. Yeni nesil DKH’larında kullanılan progesteron türevlerinde bu yan etkiler bulunmamaktadır. Hatta, bu tür şikayeti olan hastalarda en sık tercih edilen tedavi metotları arasında DKH ön sıralarda yer almaktadır.
DOĞUM KONTROL HAPININ KESİLMESİ GEREKEN DURUMLAR!!!!
Uzun süren baş ağrısı
Tek taraflı ve kesilmeyen veya tedaviye cevap vermeyen baş ağrısı
Baş ağrısı ile birlikte görülen baş dönmesi, bulantı ve kusma
Bulanık görme
Ani görme kayıpları, geçici körlük
Bacaklarda kızarıklık ve ağrı
İnme ya da felç

DOĞUM KONTROL İĞNELERİ
Doğum kontrolü için enjeksiyon (iğne) iki farklı şekilde kullanılabilir. Bu yöntemlerde ayda bir ya da 3 ayda bir enjeksiyon kullanılabilir.
3 Aylık İğneler
Bunlar, sadece progesteron hormonu içerirler. Bunlardan en çok bilinen ve kullanılanı “Depo-Provera”dır. Etki mekanizması haplara benzer ancak yumurtlamayı baskılama oranı daha düşüktür. Etkilerini daha çok Fallop tüplerinin hareketini bozarak gebeliğin oluşmasını engelleme ve rahim iç zarını etkileyerek gebeliğin yerleşmesini engelleme yoluyla yaparlar.
En önemli avantajı, kullanım kolaylığı ve yüksek hasta uyumu gerektirmemesidir. Bu nedenle, tüm kullananlarda gebelik oranı ideal kullanım oranlarından (Binde 3) farklı değildir. Hasta 3 ayda bir enjeksiyonla ilacı yaptırır ve etkin bir korunma yöntemi kullanmış olur. Uygulanması özel bir teknik veya beceri ya da cerrahi müdahale gerektirmez. “Hormonal yöntemlerle korunmak isteyen ama her gün hap almak zorunda kalmak istemeyen hastalar için idealdir. Ayrıca, doğum sonrası emziren anneler için de uygun bir yöntemdir.
İlk kez yapılacak olan Depo-provera adet kanamasının ilk 5 günü içinde yapılmalıdır. Daha sonra 3 ayda bir ya da 13 haftada bir olmak üzere enjeksiyon tekrarlanır. Sonraki yapılan iğnelerde adetin kaçıncı günü olduğu önemli değildir.
Doğum sonrası uygulamada, emziren annelerde doğumu takiben 6 hafta sonra ilk enjeksiyon yapılabilir. Emzirmeyen annelerde ise doğumdan sonraki ilk 5 gün içinde yapılabilir.
Her yöntemde olduğu gibi yöntemin çeşitli dezavantajları ve yan etkileri vardır.
En sık gözlenen ve yöntemin terk edilmesinin en çok sebebi olan yan etkileri adet düzensizlikleridir. Adet düzensizlikleri anormal ve sürekli kanama şeklinde olabileceği gibi adet görmeme (amenore) şeklinde de olabilir. Bazen tek bir enjeksiyon sonrası uzun süre adet görülmeyebilir. Adet görmeme aslında ciddi bir yan etki sayılmayabilir ancak, psikolojik olarak hastaların çoğu bu durumdan rahatsız olmakta ve yöntem kullanımını bırakmaktadırlar. Yine sürekli lekelenme şeklinde kanama olması da rahatsızlık verici boyutlarda olabilmektedir. Ayrıca, daha sonra gebelik isteyen hastalarda yöntem terk edilmesinden yani son iğneden sonra gebe kalma gecikebilmekte ancak 18 ay içinde gebelik oluşabilmektedir.
Uzun süre kullanan kadınlarda kemik erimesi oluşabilmektedir. Kilo artışı çok ciddi boyutlarda olmasa da bazen hastalarda şikayete yol açabilmektedir. Diğer yan etkileri ise; baş ağrısı, mizaç değişiklikleri, gerginlik, şişkinlik, mide ağrısı ve karın krampları, baş dönmesi ve cinsel istek kaybıdır.
Gebelik riski çok düşüktür ancak gebelik oluştuğunda da bunun dış gebelik olma riski daha fazladır. Bu nedenle, gebelikten şüphelenildiğinde mutlaka doktora başvurmalıdır.
Kullanılmasının sakıncalı olduğu durumlar; gebelik şüphesi, tanısı konulmamış vajinal kanaması olanlar, meme kanseri öyküsü olanlar, damar hastalığı olanlar, inme geçirenler ve aktif karaciğer hastalığı olanlardır. İyi huylu meme hastalıklar, hipertansiyon, şeker hastalığı, migren, sara hastalığı ve depresyon gibi durumlarda daha uygun bir yöntem yoksa yakın takip altında kullanılabilir.
Aylık İğneler
Aylık iğneler, doğum kontrol hapına benzer şekilde hem estrojen hem de progesteron hormonu içerirler. Kimyasal yapılarının değiştirilmesi ile uzun etkili depo form haline getirildiklerinden ayda bir enjeksiyonla etkili bir korunma sağlarlar. Etki mekanizmaları doğum kontrol hapları ile aynıdır. Kullanılmasının sakıncalı olduğu durumlar da yine doğum kontrol hapı ile aynıdır.
Avantajı, ayda bir yapılması ve her gün hap alma zorunluluğu olmamasıdır. Hasta uyumu yüksektir. Üç aylık iğnelerde olduğu gibi yöntem bırakıldıktan sonra gebelikte gecikme olmaz.
En sık görülen yan etki ise adet düzensizliğidir. Özellikle, ilk 3-6 ayda adetler çoğunlukla düzensiz olur, bazen uzun süreli aşırı kanamalar şeklinde olabilir. Yöntemin en sık bırakılma nedeni de düzensiz kanamalardır. Eğer, hasta yöntemi kullanmakta sebat ederse 6-12 ayda adetler hastaların çoğunda düzenli olmaya başlar, ancak yine de %30 hastada düzensizlikler devam edebilir. Diğer yan etkiler arasında kilo artışı, memelerde hassasiyet, sivilcelerde artış ve mide bulantısı sayılabilir.
İlk iğne adetin ilk beş gün içinde yapılır. Sonraki iğnelerin 28-30 günde bir yapılması önerilir. İğnenin yaptırılması 33 günden daha geç olursa yeni iğne yaptırılmadan gebelik ekarte edilmelidir.
CİLT ALTI İMPLANTLARI
“İmplant” vücuda dıştan yerleştirilen anlamına gelir. Bunlar cilt altına yerleştirilen ve düşük dozda, sürekli olarak yıllar boyunca hormon salgılayan sistemlerden oluşur. İçlerinde sadece progesteron hormonu bulunur. Bu nedenle, diğer progesteronlu yöntemlere benzer şekilde yumurtlamanın baskılanması, rahim ağzı sıvısının koyulaşması ve sperm geçişinin önlenmesi, tüp hareketlerini engellemesi ve rahim iç zarının gebeliğin yerleşimini engelleyecek şekilde değişimi gibi mekanizmalarla gebeliğe engel olur.
Uygulamaları küçük bir cerrahi müdahale ile olmasına karşın bir kere takıldıktan sonra uzun süreler oldukça güvenilir korunma sağlamaları en önemli avantajıdır. Çıkarıldıktan sonra da hormon düzeyleri kısa sürede düştüğünden geri dönüşümlü bir yöntem olması da diğer bir avantajıdır.
En sık yan etkileri; özellikle ilk yıl içinde daha sık olan (%60) adet düzensizlikleri, baş ağrısı, memelerde ağrı ve hassasiyet, memeden süt gelmesi, kilo değişiklikleri, sivilce, depresyon, tüylenme, adet görmeme, uygulandığı cilt bölgesinde renk değişikliği ve yumurtalık kistleridir. Kullanılmasının sakıncalı olduğu durumlar 3 aylık progesteron iğneleri ile aynıdır.
Kullanıma ilk giren implant “Norplant” ticari adı ile piyasaya sunulmuştur ve 6 adet çubuktan oluşur. Güvenilirliği oldukça yüksek bir yöntemdir (gebelik riski onbinde 5). Beş yıl boyunca koruma sağlar. Tüm dünyada yaygın bir şekilde kullanılmıştır. Ancak, yüksek oranda adet düzensizliklerine yol açması önemli ve rahatsız edici olmuştur. Hastaların bir kısmında da amenore gelişmiş yani adetten kesilmişlerdir. Bunun dışında; cerrahi işlem ile takılıp çıkarılması, zayıf hastalarda çubukların dıştan belli olması, ciltte kesi izinin kalması diğer dezavantajları olmuştur. Hastaların bir kısmının yöntemden oldukça memnun olmasına karşın büyük oranda cazibesini kaybetmiş ve ülkemizde de halen uygulayan merkez kalmamıştır.
Son yıllarda, “Implanon” ticari isimli yeni bir cilt altı implant piyasaya çıkmıştır. Norplanttan farklı olarak tek çubuktan oluşur. Bu nedenle, takma ve çıkarma işlemlerinde daha basit bir cerrahi işlem yeterli olur. Koruyuculuğu üç senedir ve yine yüksek oranda güvenilir bir yöntemdir. Yan etkileri daha az olmakla birlikte yine de uygulananların %20’sinde adet düzensizliği görülebilir. Hasta bunu tolere edebildiği sürece sorun yoktur ancak, hangi kadında ne tür düzensizlik olacağı önceden bilinemez. Bu nedenle adet düzensizliğini tolere edemeyen ve psikolojik olarak rahatsız olacak kadınlarda kullanılması uygun değildir. Diğer yan etkileri Norplant ile aynıdır. Adet düzensizliğini sorun etmeyecek hastalar için, emzirenlerde, doğum kontrol hapı kullanamayan ileri yaş kadınlarda uygun bir yöntemdir.
DOĞUM KONTROL FLASTERİ
Henüz ülkemizde bulunmayan bir yöntemdir. Doğum kontrol bandı haftalık olarak kullanılan ve yüksek etkinliğe sahip bir doğum kontrol yöntemidir. Doğum kontrol haplarına benzer şekilde estrojen ve progesteron hormonlarını içerir.
Kullanımı basittir. Haftada bir değiştirilen bant 3 hafta kullanılır, 1 hafta ara verildikten sonra tekrar 3 hafta yapıştırılır. Flasterin yapıştırılmadığı hafta adet kanaması olur. Etki mekanizması doğum kontrol haplarına benzer. Kol, bacak, kalça, karnın alt bölgesi gibi memelerden uzak bir vücut bölgesine yapıştırılan flaster 1 hafta süreyle sabit miktarlarda hormon salgılar ve etkili bir korunma sağlar. Obes hastalarda etkinliği daha düşük olması beklendiğinden önerilmez.
Yan etkileri ve sakıncaları doğum kontrol hapına benzer. Hapa üstünlüğü haftada bir uygulanmasıdır.
VAJİNAL KONTRASEPTİF HALKA
Bu da ülkemizde bulunmayan yeni bir yöntemdir. Vajina içine yerleştirilen halkada estrojen ve progesteron hormonları bulunur. Vajinaya yerleştirilen halka flastere benzer şekilde 3 hafta vajinada kaldıktan sonra çıkarılır ve 1 hafta aradan sonra tekrar yerleştirilir.
Etki mekanizması, güvenilirliği ve yan etkileri, kullanımı sakıncalı olan durumlar doğum kontrol hapına benzer. Hapın sahip olduğu avantajları yanında ek bazı avantajları vardır; her gün hap almayı gerektirmez, kullanımı basittir, vajinada rahatsızlık oluşturmaz, hormon dozu haplardan daha düşüktür ve yan etkiler daha azdır. Hapa karşı dezavantajı ise vajinal akıntıda artış ve vajinal enfeksiyon riskidir.

MENOPOZ

Menopoz nedir?
Menopoz kelime anlamıyla adetin duraklaması anlamına gelir. Kadınlarda yumurtalıklardan adet görmeyi ve yumurtlamayı sağlayan estrojen ve progesteron hormonlarının salınmasında azalmaya bağlı olarak adet düzensizlikleri, adetlerde azalma ve sonunda kesilme ile karakterize üreme fonksiyonlarının durduğu bir dönemdir. Son görülen adet üzerinden 6 ay ve daha fazla geçmesi durumunda adet kesilmesine yol açan başka bir sebep olmadığı sürece menopozun başladığı kabul edilmektedir.
Menopoz dönemi ne zaman, hangi bulgularla başlar?
Kadınlarda 35 yaşından itibaren yumurtalıkların hormon üretiminde bir yavaşlama başlamaktadır. Menopoz yaşı kadının beslenmesine, ailesel ve ırksal özelliklere, yaşam tarzına göre değişmek üzere 40-55 yaşları arasında olmaktadır.
İlk bulgular adet miktarında azalma, hafif ateş basmaları, çarpıntı ve terlemedir. Bu belirtiler zaman içinde şiddetini arttırmakta, adet araları açılmaktadır.
Menopozun ilk belirtilerinin görüldüğü bu dönem premenopoz (menopoz öncesi dönem) olarak adlandırılır. Bu dönemin uzunluğu her kadında farklı olabilir (1-5 yıl). Hormonal faaliyetin belirli bir düzeyin altına düşmesiyle de artık adet görülmemektedir.
Türk kadınlarında ortalama olarak menopoz yaşı 47’dir. Kadınların %1'i 40 yaşından önce menopoza girerler (Erken menopoz).
Menopozda ortaya çıkan bulgular ve sorunlar nelerdir?
Menopoza giren kadınların %70’inde bulgular doktora başvurmayı gerektirmeyecek kadar az olabilir. Ancak vücuttaki estrojen hormonunun azalmasına bağlı sekonder olarak ortaya çıkan sorunlar kadının yaşam kalitesini ve süresini etkileyen çok ciddi durumlara yol açabilir.
Menopozun sonuçları kısa ve uzun dönemde ortaya çıkabilir.

Kısa dönemde ortaya çıkan rahatsızlıklar:
1-Adet ve fertilite (doğurganlık) değişiklikleri: Adet düzensizlikleri, yumurtlama bozuklukları ve azalmış fertilite ve nihayet adetten kesilme.
2-Nörovejetatif bozukluklar: Sıcak basmaları, terleme, uyku düzensizlikleri, uykusuzluk, baş dönmesi, baş ağrısı ve kalp çarpıntıları (1-4 yıl sürebilir)
3-Psikolojik yakınmalar: Depresyon, ruhsal dengesizlikler, anksiyete, gerginlik, sinirlilik, korku, saldırganlık, hırçınlık, konsantrasyon bozuklukları, çalışma veriminde düşüş, yorgunluk ve bitkinlik gibi belirtiler görülebilir. Bu tür psikolojik bozukluklar, kişilerin yaşam koşullarına bağlı olarak değişiklik gösterebilir.
4-Ürogenital değişiklikler: Cinsel organlarda kuruluk, incelme ve daralma ve buna bağlı ortaya çeşitli sorunlar çıkar. Vajina epiteli incelir, enfeksiyona eğilim artar. Kaşıntı, cinsel ilişkide kuruluk ve ağrı olabilir. Pelvik dokuların ve bağlarda gevşeme ve buna bağlı idrar kaçakları ortaya çıkabilir. Rahim küçülür. Sistit gelişebilir.
Uzun dönemde ortaya çıkan rahatsızlıklar:
1-Osteoporoz (kemik erimesi): Osteoporoz kemik dokusunun kaybıdır. Menopoz dönemindeki kadınlarda östrojen üretiminin düşüşü ile kemik kaybında bir artış gözlenir. Kemikler gözenekli bir hal alır. Bu nedenle kemik ağrıları gözlenirken kemiklerin kırılması kolaylaşır. 70 yaş üzeri kadınların %20 sinde kalça kırığı olur ve bunların 1/6 si ilk 3 ay içinde ölürler. Estrojen tedavisi osteoporozu durdurur. Estrojen beraberinde kalsiyum desteği verilirse omurga kırıklarının %80 i önlenir. Günlük kalsiyum ihtiyacı 1000 mg’dır. Sigara ve alkol alımı azaltılması ve haftada en az 3 gün, 30 dk egzersiz yapılması kemik mineral içeriğini arttıracaktır.
2-Kalp ve dolaşım hastalıkları: Hipertansiyon, arteriyoskleroz, enfarktüs ve felç menopoz döneminde ortaya çıkan kalp ve dolaşım sistemi rahatsızlıklarıdır. Arteriyosklerozda damar çeperinde biriken yağlar, damarların daralmasına ve esnekliğini kaybetmesine neden olurlar. Menopozda kalp hastalıkları sıklığı menopoz öncesine göre çok artar ve kalp krizi ihtimali yükselir. Estrojen gerek direk kalp üzerine olan etkisi, gerekse de damarlar üzerine olan olumlu etkileriyle kadınlarda kalp hastalığı riskini azaltır.
3-Cilt: Ciltte yaşlanma belirtileri hızlanır.
4-Alzheimer: Estrojen ile Hormon Yerine Koyma Tedavisi (HRT) almayanlarda Alzheimer hastalığına (bunama) daha sık rastlanır.
Menopozda görülen rahatsızlıklar her kadında aynı mıdır?
Menopozda ortaya çıkan bu rahatsızlık ve hastalıklar, her kadını aynı oranda etkilemez. Bilimsel araştırmalar, sıcak basmaları ve terlemelerin en sık görülen rahatsızlıklar olduğunu ortaya koymuştur. Kadınların %80'inde bu rahatsızlıklar görülmektedir. Bunun yanında, kadınların %75'i depresyonun etkisi altındadır. Adetten kesilme dönemindeki kadınların %60'ı uyku bozukluklarından şikayet etmektedir. Korku, huzursuzluk ve hırçınlık, daha az görülen rahatsızlıklar arasındadır. Bu şikayetler, yaş dönemindeki kadınların ancak %40'ında görülmektedir.
Baş dönmesi ile birlikte ortaya çıkan dolaşım bozuklukları, kan basıncındaki dengesizlikleri ve baş ağrıları ise, kadınların %50'sini etkilemektedir.
Sözü edilen rahatsızlıkların şiddeti, diğer bazı faktörler yanında, bu yaşlarda görülen hormon üretiminin düşüşündeki hıza bağlıdır. Düşüş çok hızlı olursa, vücut yeni şartlara kolayca uyum sağlayamaz. Bununla birlikte, adet süre ve şiddeti yavaş yavaş azalırsa, vücut uyum sağlamak için daha fazla zamana sahip olacağından, şikayetler azalacaktır. Kilo fazlası olan kadınların, menopoz şikayetleri daha azdır. Çünkü estrojen, yağ dokusunda da üretilir ve yumurtalıklarda üretimi azalan estrojen kısmen buradan karşılanacaktır.
Şikayetler ne kadar sürer?
Şikayetlerin süresi de kadından kadına farklılık göstermektedir. Birkaç yıldan başlayıp, bazı durumlarda 15 yıla kadar devam edebilir. Kadınların çoğunda menopoz şikayetleri yaklaşık 5 yılda sona erer. Genellikle son adetten 2-3 yıl sonra şikayetler en üst seviyeye ulaşır. Ancak estrojen eksikliğinin uzun dönemdeki sonuçları, kadınları tüm yaşamı boyunca etkilediği gibi yaşam sürelerinin azalmasına da yol açabilir.
Menopoz tedavisi gerekli midir?
Menopozun doğal bir süreç olduğunu öne süren bazıları menopoz tedavisinin gereksiz olduğunu öne sürmektedir. Ancak özellikle son 20 yılda menopoz ve etkileri üzerinde yapılan çalışmalar menopozun kadını bir süre için rahatsız eden ateş basmaları ve terleme gibi şikayetlerin ötesinde yaşam süresini ve kalitesini etkileyen çok önemli sorunlara yol açtığını göstermiştir. Kontrollü şekilde yapılan menopoz tedavisi belirgin yan etkiye yol açmaksızın bunları önleyebilmektedir.
Menopozda ilaç tedavisi tek başına yeterli midir?
Menopozdaki bir kadının her şeyi ilaçlardan beklemesi yanlış olacaktır. Sağlığı için kendisinin de azami dikkat göstermesi yaşam tarzının değiştirilmesi gereklidir.
*Sigarayı bırakın ya da en azından günde 5 tanenin altına düşürün, kafein, şeker ve tuz alımının sınırlayın
*Diyete dikkat edin (kolesterolü yükselten kırmızı et, sakatat, kuruyemiş, kızartmalar, katı yağlar vb yiyeceklerden kaçınma, kalsiyum alımını artırmak için günde en az 1 litre süt içilmesi, bol yoğurt ve peynir yenmesi)
*Düzenli egzersiz yapın ya da en azından yürüyüş ve yorucu olmayan sporlar yapın, yeterli ve düzenli uyuyun.
Estrojen tedavisinin kullanılmaması gereken durumlar
1-Rahim Kanseri olan hastalar
2-Meme Kanseri olan hastalar (tartışmalıdır)
3-Akut Karaciğer hastalığı
4-Akut damar hastalığı olanlar (pıhtı vs)
5-Nörooftalmik (sinir sistemi ve gözle ilgili) damar hastalığı olanlar
Menopozda estrojen tedavisi mutlaka bir kadın doğum uzmanının kontrolünde, belirli bazı tetkikleriniz yapıldıktan sonra ve doktorunuzun tayin edeceği aralıklarla kontrole gitmek şartıyla kullanılmalıdır.
Estrojen (hormon) tedavisi kanser yapar mı?
Hormon replasman tedavisi, yumurtalık ve rahim kanserlerine yol açmadığı gösterilmiştir. Yalnız, rahmi alınmamış olan hastalarda estrojen ile birlikte mutlaka progesteron hormonu da verilmelidir.
Son yıllarda, medyada çıkan ve sansasyon yaratan HRT’nin meme kanseri riskini artırdığına öne süren bir çalışma vardır. Ancak, her gün bir kadeh alkol kullanımı, şişmanlık, ilk doğumun 30 yaşından geç yapılmış olması ve ülkemiz için 50 yaşından sonra, yani geç menopoza girmek gibi risk faktörlerinin oluşturacağı meme kanseri oranından daha fazla değildir. Bu risk tedavinin kesilmesinden itibaren 5 yıl sonra ortadan kalkmaktadır.
Menopoz çağındaki her 10.000 kadında yılda 30 meme kanseri görülmektedir. Dünyada panik yaratan çalışmanın sonuçlarında da yıllık meme kanseri sıklığı 10.000 kadında 38 bulunmuştur. Ayrıca, HRT kullanan kadınlarda ortaya çıkan meme kanseri daha iyi huylu olduğu için meme kanserinden ölüm riski artmamaktadır. Bunun yanında HRT, kolon (kalın barsak) kanseri sıklığını azaltmaktadır.
Bugünkü bilgiler ışığında hormon replasman (yerine koyma) tedavisi (HRT) 4-5 yıl boyunca güvenli kullanılabileceği, bu süreden sonraki kullanımlarda kişinin özelliklerine göre hasta-hekimin beraberce karar vermesinin uygun olacağı önerilmektedir.
Yani menopoz tedavisi kişiye özeldir.